29 Aralık 2011 Perşembe

ÇOK BÜYÜK BİR KORUMA DUASI

 


BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

Bismillâhillezî lâ yedurru me'asmihî şey'un fî-l ardi ve lâ fis-semâi ve hüves-semî'ul alîm.


Bu Duanın Havassı:


Enes bin Malik'e (R.A.) Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi Vesellem) buyurdular ki: "Her kim her sabah bu duayı okursa, kimsenin ona yolu yoktur. Yani ne zehir, ne sihir (büyü), ne de zalim bir sultan (ya da bir yönetici, patron) ona zarar veremez."

RASUL-İ EKREM S.A.V EFENDİMİZİN MÜBAREK DUALARI



Enes -radiyallahu anh- buyurur ki:

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şu duâyı çok yapardı:

“Ey kalpleri çeviren Allah’ım! Kalbimi dinin üzerine sabit kıl!”
Ben bir gün kendisine:

“Yâ Resulellah! Biz sana ve senin getirdiklerine inandık. Sen bizim hakkımızda korkuyor musun?” dedim.

Bana şöyle cevap verdi:

“Evet! Kalpler, Rahman’ın iki parmağı arasındadır. Onları istediği tarafa çevirir.”(Tirmizî: 2141)

Abdullah bin Amr bin el-Âs -radiyallahu anhümâ- dan rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle duâ ederlerdi:

“Ey kalpleri çeviren Allah’ım! Kalplerimizi senin taatına çevir.” (Buhârî)

Abdullah bin Abbas -radiyallahu anhümâ-dan rivayete göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle duâ ederdi:

“Ey Rabb’im! Bana yardım et, aleyhime yardım etme! Beni muzaffer kıl, aleyhime zafer verme! Lehime tertip kur, aleyhime kurma! Bana hidayet et ve hidayeti bana kolaylaştır! Üzerime saldırana karşı bana yardım et!

Ey Rabb’im! Beni sana çok şükreden, seni çok zikreden, senden çok korkan, sana pek çok itaat eden, senin için eğilen ve sana yönelerek yakarışta bulunanlardan eyle!

Ey Rabb’im! Tevbemi kabul eyle, günahlarımı yıkayıver, duâmı kabul buyur, delilimi sabit kıl, dilimi doğru kıl, kalbime hidayet et, göğsümün kin ve hasedini çıkar.”(Tirmizî: 3551)



Hazret-i Ali -radiyallahu anh-den rivayete göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz namaz için kalktığında şu duâyı okurdu:

“Ey Allah’ım! Melik ancak sensin. Senden başka hiç bir ilâh yoktur. Sen benim Rabbimsin, ben de senin kulunum. Ben nefsime zulmettim, günahlarımı da itiraf eyledim, benim bütün günahlarımı bağışla. Çünkü günahları senden başka affedecek yoktur. Beni ahlâkın en güzeline hidayet buyur, ahlâkın en güzeline senden başka hidayet edecek yoktur. Kötü ahlâkı benden def eyle, onu senden başka benden def edecek yoktur. Senin emrine tekrar tekrar icabet eder, dinine tekrar tekrar tâbi olurum. Bütün hayırlar senin kudret elindedir. Kötülük sana âit değildir. Varlığım seninledir, sonu da sana müntehîdir. Mubâreksin, yücesin, senden mağfiret diler, sana tevbe ederim.” (Müslim: 771)

Abdullah bin Abbas -radiyallahu anhüma- Resulullah -sallahu aleyhi ve sellem-Efendimiz'in üzüntülü, sıkıntılı ve felaketli zamanda şu şekilde dua buyurduğu söylenmiştir:

(Lâ ilâhe illâllahül-azîmül-halîm. Lâ ilâhe illâllahu Rabbül-arşil-azîm. Lâ ilâhe illâllahu Rabbüs-semâvâti ve Rabbül-ardi ve Rabbül-arşil-kerîm)

“Azamet ve vakar sahibi Allah’tan başka, ibadete lâyık hiçbir ilâh yoktur. Arş-ı Âzam sahibi Allah’tan başka ibadete lâyık hiçbir ilâh yoktur. Göklerin ve yerin sahibi ve Arş-ı kerim’in mâliki Allah’tan başka ibadete lâyık hiçbir ilâh yoktur.”(Buhârî. Tecrîd-i sarîh:2150)

Taberi der ki:

"Selef-i salihin bununla dua eder ve buna Sıkıntı duası adını verirlerdi."

Ebu Bekr-i Razi'den de bu hususta şöyle bir kıssa rivayet olunmuştur:

"İsfahan'da Ebu Nuaym'ın yanında bulunuyor ve onlara Hadis yazıyordum. O beldede Ebu Bekr bin Ali isminde bir zat vardı, fetva hususunda ona müracaat olunurdu. Bu zat sultana jurnal edildş, o da onu hapsettirdi. 
Ben o günlerde rüyamda Resulullah -sallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'i gördüm. Sağ yanında Cebrail Aleyhisselam bulunuyordu ve durmadan tesbihle dudaklarını kıpırdatıyordu. 
Resulullah Aleyhisselam bana:
"Ebu Bekr bin Ali'ye söyle, Buhari'nin Sahih'indeki sıkıntı duasını okusun, Allah onun sıkıntısını giderir." buyurdu.
Sabah olunca durumu kendisine haber verdim. O da bu duayı okumaya başladı, çok geçmedi hapisten çıkarıldı."

Hasan Basri -rahmetullahi aleyh- Hazretleri de şöyle söylemiştir:

"Haccac-ı Zalim adam göndererek beni yanına çağırtmıştı. Ben de maksadını anlayınca bu duayı okuyarak gittim. Yanına vardığımda bana dedi ki:
'Vallahi seni öldürmek için istemiştim. Şimdi ise inan ki, sen bana şundan şundan daha sevgilisin.'

Şunu da ilave etti:

'Dile benden ne dilersen!'

Hakikat sitesinden alıntıdır.

27 Aralık 2011 Salı

Süfyan-ı Sevri hazretleri anlatır:

Süfyan-ı Sevri hazretleri anlatır: 

Kâbe'yi tavaf ederken her adımda salevat okuyan birini gördüm. Ona (Sen gerekli duaları bırakıp hep salevat okuyorsun. Her yerde okunacak dua var) dedim. Sen kimsin dedi. Ben de kendimi tanıttım. (Sen avamdan değilsin âlimsin sana anlatayım) diyerek başladı: 

Babamla Beytullaha gitmek üzere yola çıkmıştık. Yolda babam hastalandı. Onu tedavi etmek için epey uğraştıysam da babam vefat etti. Baktım ölünce yüzü karardı. Yüzünü kapattım.

Yanında uyuya kalmışım. Rüyamda öyle bir zat gördüm ki ondan daha güzel yüzlü hiç kimse görmemiştim. Çok güzel kokuyordu. Babamın yanına geldi. Yüzündeki örtüyü kaldırıp elini babamın yüzüne sürdü. Babamın siyah yüzü nurlandı bembeyaz oldu.

Bu zata kim olduğunu sorunca (Ben Resulullahım"sallallahü aleyhi vessellem". Baban ömrünü boşa harcadı. Fakat bana çok salevat okurdu şimdi sıkıntıda olduğunu bildirdiler kendisi de benden yardım istedi. Çok salevat okuyan mümine ben elbette yardım ederim) buyurdu.

Uyanınca babamın yüzünün bembeyaz olduğunu gördüm. İşte bu yüzden her yerde Peygamber efendimize çok salevat okuyorum.

Kalbi en çok nurlandıran şey


Hindistan Evliyasından Mir Muhammed Numan hazretleri ”rahmetullahi aleyh“, bir sohbetinde;
- Günah işleyenlere kızmayın. Onlar için dua edin, buyurdu. Şimdi kızmak zamanı değil, acımak zamanıdır. Ateşe giden insana hiç kızılır mı?

Şöyle devam etti:
- Namaz kılan, ehl-i sünnet itikadında olan, haramlardan sakınan, "Evliya"dır. Kızdığınız kimseye hediye verin, hatta dua edin onun için.

- Dua mı edelim efendim? dediler.
- Evet. Çünkü kalbi en çok nurlandıran şey, kızdığın kimseye dua etmektir.

En mesut kimse

Bir gün de;
- Dünyada en mesut insan, hak söze "Peki" diyendir, buyurdu. Olmak için, ölmek lazım.

- Anlamadık efendim, dediler.
- Yani "iyi insan" olmak için kızmayın, sabredin. Huzurlu olmak isteyen, yüzünü ahirete çevirsin. Yani bırakın başkasını. Kendinize dönün. Ahirette, size sizden sorulacak, başkasından değil.

İhlassız amel

Bir gün de;
- İhlassız amel, mühürsüz para gibidir, buyurdu. Ahirette işe yaramaz.
- İbadet olsa da mı efendim? dediler.

- Evet. Allah için yapılmayan ameller, ibadet de olsa, namaz da olsa, "kirli paçavra" gibi sahibinin yüzüne çarpılacaktır.

- Ne tavsiye edersiniz efendim?
- İbadet de yapsanız, peşinden tövbe edin. Hadis-i şerifte; "Günahına tövbe eden, hiç yapmamış gibidir" buyuruldu.

Ve şunu anlattı cemaate:

Resulullah efendimiz aleyhisselam, bir gün birkaç eshabı ile kabristana gidip, yan yana iki mezarın önünde durarak;
- “Bu kabirdekiler, şu anda kabir azabı çekiyor” buyurdular. “Dayanabilseydiniz, bu azabı görmenizi Allahü teâlâdan isterdim.”

Eshab-ı kiram sordu:
- Hangi günah için azap çekiyorlar ya Resulallah?
- “Erkek, üzerine idrar sıçratmaktan”.

- Ya kadın efendim?
- “Kadın ise namazları son vakte bırakmaktan ve gıybetten”.

23 Aralık 2011 Cuma

Cuma HAkkında Bir Hadis

604-Ebu Hureyre(r.a) dan,Resulullah (s.a.v) in söyle buyurdugu rivayet edilmistir:

"Üzerine günes dogan en hayirli gün Cuma günüdür.Cünki Adem o gün yaratildi,o gün cennete sokuldu ve o gün cennetten cikarildi." (Muslim)

605-Ebu Hureyre(r.a)dan,Resulullah(s.a.v)in söyle buyurdugu rivayet edilmistir:

"Bes vakit namazlar,bir Cuma ile gelecek Cuma,bir Ramazan ile gelecek Ramazan,büyük günahlardankacinildigi takdirde aralarinda islenmis günahlara kefaret olur." (Muslim)

606-Ebu Hureyre ve Ibn-i Ömer(r.a) dan,bu iki zatin Resulullah(s.a.v) i minberi üzerinde söyle buyururken isittikleri rivayet edilmistir:

"Topluluklar,ya Cuma namazlarini terk etmekten vazgecerler,ya da Allah onlarin kalpleri üzerine mühür vurur da sonra gafillerden olurlar." (Muslim)



CUMAMIZ MÜBAREK OLSUN KARDEŞLERİM...


ALLAH'IM dilden değil, gösteriş için değil, kalpten bu günü yaşayan kullarından eylesin cümlemizi İNŞAALLAH, son nefeste iman ile göçen kullarından eylesin, cennetin de CEMAL'İNİ gösterdiği, HABİBİNE komşu eylediği kıymetli kullarından eylesin cümlemizi İNŞAALLAH kardeşlerim. Amin

Cuma Gününün Önemi



Cuma gününün kudsiyeti ve müslümanlar için hususiyeti hakkında şeref-sudûr olan birçok hadis-i şeriften anlaşıldığına göre:
ALLAH (c.c.) Teala cuma gününe diğer günlerin üstünde bir kutsiyet atfetmiş, sonra o gününü tespit edip onda topluca Allah’a ibadet etme mevzuunda Yahudi ve Hıristiyanları muhayyer bırakmıştır; ancak onlar bugünü belirleme konusunda ihtilafa düşmüşler; Yahudiler cumartesiyi, Hıristiyanlar da pazarı haftalık bayram ve ibadet günü olarak tayin etmişlerdir. Cenâb-ı Hak, cuma gününü bayram olarak biz müslümanlara ihsan etmiştir.”
Bir cuma günü ALLAH (c.c.) Rasûlü: “Ey Müslümanlar! Bu öyle bir gündür ki, ALLAH (c.c.) Teala, Onu sizlere bayram kılmıştır.” buyurmuştur.Evet cuma günü, Müslümanların haftalık bayramıdır.
Her bayramda mutlaka bir kutlama ve merasim biçimi ve bunun da sebepleri vardır. Bu bağlamda cuma gününü kutlamaya sevk eden belli başlı hususiyetleri hadis-i şeriflerden istinbatla şöylece sıralamak mümkündür:
ALLAH (c.c.) katında haftalık günlerin en şereflisi ve en kıymetlisidir. Senenin en hayırlı günlerindendir. Müslümanların haftalık bayramıdır. Üzerine güneşin doğduğu en hayırlı gündür. ALLAH, Âdem’i cuma günü yaratmıştır ; vazifeli olarak cennetten o gün yeryüzüne indirmiştir; [tevbesini o gün kabul etmiş ] onun ruhunu da o gün almıştır. ALLAH (c.c.) katında kurban ve ramazan bayramı günlerinden daha faziletlidir.
Kıyamet cuma günü kopacaktır. Mü’minler cennetten, Cemalullah’ı o gün temaşa edeceklerdir; yine o gün cennet ehli misk tepeleri üzerinde toplanacaklardır. Cuma günü yapılan ibadetler diğer günlerdekilerden daha faziletlidir. Cuma günü, ümmet-i Muhammed için hayır ve bereketi artırılmış bir gündür.
Cuma günü yapılan hayırlı işlerin de özel kıymeti, kutsiyeti ve makbuliyeti vardır. Amellerin sevabı, cuma gecelerinde binlere çıkar.” Hayırlar o günde sabitleşir, yüce ruhlar o gün bir araya toplanırlar. Meleklerin hazır bulundukları bir gündür. Vakfesi cumaya denk gelen hacca hacc-ı ekber (en büyük hac) denilir.
[Efendimiz (sas) de, mübarek hac ziyaretlerinde Cuma günü vakfe yapmışlardır. Hacc-ı ekber ifadesi Kur’an’da da geçmektedir: [Tevbe 9/3-4]. Cumanın gündüzünde haram istekler haricindeki duaların kabul olunacağı gizli bir icabet vakti bulunduğu gibi gecesinin son üçte birinde de bir icabet vakti bulunmaktadır; yine aynı zaman dilimi, meleklerin de hazır bulunduğu meşhûd bir an olmaktadır.
“Cuma günü içindeki icabet saati, ramazan’da kadir gecesi gibidir.” denilmiştir. Ka’b b. Mâlik: “Bir grup, anlaşarak cuma gününü dua etmek üzere taksim etseler, icabet vaktine daha kolay erişirler.” demiştir. [Kütüb-i Sitte, 12/501]
Hz. Yakup, oğlu Yusuf’a karşı işledikleri suçtan dolayı diğer evlatları adına cuma gecesi istiğfar etmiştir [Yusuf 12/98]. Hafızayı güçlendirme namazı da cuma gecesi kılınır. Peygamber Efendimiz: “Kıyamet gününde her merhalede bana en yakın olanınız, dünyada bana en çok salat ve selam getireninizdir. Kim, cuma günü ve cuma gecesi bana salât ü selâm getirirse, Cenab-ı Hak onun yetmişi ahiret ve otuzu dünya ihtiyaçlarından olmak üzere yüz hacetini giderir. Sonra ALLAH (c.c.) bir meleği vazifelendirir. Size nasıl hediyeler gelirse o da kabrime girer, bana salat edeni adı, nesebi ve kabilesine kadar haber verir. Ben de onu beyaz bir deftere yazarım.” buyurmuşlardır.
Cuma gününün dinen en bağlayıcı mükellefiyeti, cuma namazıdır. Zaruret olmaksızın üç cuma namazını peşpeşe terk eden kimsenin kalbi mühürlenir. Şeytanlar cumaya gitmek isteyen müslümanları engellemeye çalışırlar. Kim cuma günü yıkanır, yaya olarak erkenden mescide gider, hutbenin başına yetişir, imama yakın oturur, onu dinler ve malayani söz sarf etmezse, ona her adımı için bir yıllık amelin (oruçları ve namazlarıyla) sevabı yazılır; haftalık günahları affolunur. Cuma günü olunca, mescidlerin her bir kapısında melekler bulunur. İlk gelenleri sırayla yazarlar. İmam (minbere) oturunca defterleri kapatıp, zikri dinlenmeye giderler. Sünnete uygun olarak hutbeyi dinlemek, namaza dahil olmak, zikir ve duada hazır bulunmak, huşû, susmak gibi fiillerin sevaplarını ise hafaza melekleri yazmaya devam ederler.
Cuma günü bu kadar kutsi, bu kadar feyizli bir gün olmasına karşılık; yeryüzünde en şerli faaliyetler de genellikle yine bu günlerde yapılmaktadır. Nasıl Arafat’a çıkılan Arefe günü, haccın yümün ve bereketinin toplandığı gündür; aynen öyle de cuma günü de haftanın günleri içinde bir nokta-i beyzâdır. Onun lekelenmesiyle diğer günler de o lekeden nasiplerini alırlar.
ALLAH (c.c.) bir kulunun ruhunu cuma gününde kabzederse bu onun saadetine ve iyi bir akibetle gittiğine işaret addedilir.
Cuma günü veya gecesi vefat eden, şehid sayılır; kabir fitnesinden (azap ve sual) korunur. Yine cuma günü cehennem ateşi yakılmaz, kapıları kapatılır.
Cuma namazı kılmak, her akıl-bâliğ mü’min erkeğe farz-ı aynıdır [Cuma 62/9-10]
Ezan okununca başka şeylerle uğraşılmayıp hemen camiye gidilmesi vaciptir.
Bunun dışında cuma günü yapılması sünnet olan bazı ameller vardır:
Cuma sabah namazında Secde ve Dehr/İnsan sûreleri okumak.
Cuma namazı öncesi yıkanmak.
Misvak veya fırça ile ağzı temizlemek.
Hoş koku sürünmek.
Tevbe ve istiğfarlarla manen arınmak.
Dua, zikir ve tesbihlerde bulunmak.
Hz. Peygamber’e çokça salât ü selâm getirmek.
Cuma gününe mahsus güzel elbiseler giymek.
Güler yüzlü ve sevinçli olmak.
Camiye erken gitmek ve iki rek’at tahiyyetü’l-mescid namazı kılmak.
Kehf sûresini okumak veya dinlemek.
Mescidleri temizleyip kokulandırmak.
Cuma namazında Cum’a ve Münâfikûn veya A’lâ ve Gâşiye sûreleri okumak.
Hatip hutbeye çıkıncaya kadar ibadetle meşgul olmak…
Cuma günü, bayram günü olduğundan, bir gün önce veya sonrası olmaksızın sadece o güne has oruç tutmak haramdır.
Camiye ezandan sonra girmek;
zaruret olmaksızın, imam minbere çıkıp iç ezanın okunmasından itibaren namaz kılınıncaya kadar alışveriş ve benzeri bir dünya işiyle meşgul olmak ve cuma namazı vakti girdikten sonra namazı kılmadan yolculuğa çıkmak ise dinen kerih görülmüştür.
Hutbe esnasında boş konuşan ve başka şeylerle ilgilenen kişi sevaptan mahrum kalır; ancak cumaya ezandan önce gelen, mü’minleri rahatsız etmeyen, hutbeyi sükûnet ve edep içinde dinleyen, namazı huşu ile kılanın bu namazı ise, bir önceki cumaya ve fazladan da üç güne kadar (işlemiş olduğu) günahlara keffarettir; zira Cenab-ı Hak: “Kim bir hayır yaparsa bu kendisinden on misliyle kabul edilir.” buyurmuştur [En’am 6/160]. Bu sebeple cuma günü salih amelleri artırmalıdır. Allah’ın kardeş ilan ettiği Müslümanlar, bütün mübarek gün ve gecelerde olduğu gibi cumayı da bir vesile, bir fırsat bilerek yaratılış gayeleri olan ubûdiyetin [Zâriyât 51/56] gereğini hayırda yarış emr-i Sübhânî’si [Bakara 2/148] ufkunda sergilerler ve sergilemelidirler. İslam uleması arasında cumayla alakalı atasözü hükmünde bir değerlendirmeyle konuyu bağlayalım:
“Cuma haftanın, ramazan yılın, hac ise ömrün ölçüsüdür.”(yunus gülendam)

İlahi- SUBHANE HU HU -(Arapça)


22 Aralık 2011 Perşembe

Kölenin Verdiği Ders






Bir zamanlar, Belh'te büyük bir kıtlık meydana gelmişti. Öyle ki, açlıktan 
bütün halk tam bir fâciânın eşiğine gelmişti. Çektikleri dert ve ıztıraptan dolayı 
kalpler yorgun düşmüş, sıkıntı ve yokluk yüzünden sîmâlara hüzün çökmüştü. 
Gönüllerden taşan sessiz feryatlar, duâlar hâlinde gökyüzüne yükselmekte, akıttığı 
kanlı yaşlarla gözler toprağı sulamaktaydı. Lâkin ne tuhaftır ki, çarşıda, ahâlînin 
bütün bu kederli hâline bir nebze bile aldırış etmeden dolaşan, yüzünde güller açmış,
 neş'eli meczup bir köle vardı. Onun budavranışına bir mânâ veremeyen 
yerli halk, başına toplanarak biraz şaşkın, biraz da kızgın bir üslûb ile o köleye hitâben:    
"-Bütün insanlar mahzun iken, sen bu derece şen-şakrak olmaya utanmıyor musun? 
Niçin bu kadar gülüyorsun?" diye sordular.


O meczup köle, kendisine yöneltilen bu suâle, yine mütebessim bir çehre ile şu mukābelede bulundu:


"-Ben hiç dert ve kasâvet çekmiyorum. Zira bir köyü ve çiftliği bulunan bir ağanın kölesiyim. 
Onun güven dolu idâresi altında huzurla yaşamaktayım. Onun gücü, 
benim gönlümdeki meşgûliyeti ve derdi ortadan kaldırmıştır."


Bu manzaraya şâhit olanlar arasında Şakîk-i Belhî de bulunuyordu. O kölenin vermiş 
olduğu cevâbı duyduğunda, hikmet dolu bu ifâde karşısında birden bire sarsıldı,
 tevekkül ve teslîmiyet ufkunda, daha kat etmesi gereken ne kadar da çok mesafe olduğunun
 idrâki içerisinde derin düşüncelere daldı. Bir müddet sonra da dilinden dökülen şu
 cümleler gönlüne tercüman oldu:


"-Yâ İlâhî, Sen ne kadar yücesin! Şu köle, -bütün kâinâta nisbetle iğne ucu kadar bile
 olmayan bir köye sahip, kendisini himâye edecek efendisi olduğu için bu kadar neş'elidir.


Ey Rabbim! Sen ki, Mâlikü'l-Mülkʼsün / mülkün yegâne ve gerçek sahibisin,
 rızkımızı vereceğini de tekeffül etmişsin. Buna rağmen şu bizim kalbimizi
 bu kadar çok dert ve ıztırap içinde bırakan gafletimiz neyin nesidir?"


Rivâyete göre, işte bu hâdise neticesinde Şakîk-i Belhî Hazretleri, dünyevî endişeleri
 bir kenara bırakarak kendini tamamen Hakk'ın yoluna verdi. O günden sonra
 esbâba tevessül edip, yani sebeplere sarılarak rızkını kazanmaya çalıştı. Rızık endişesini,
hiçbir zaman kalbinin ucundan bile geçirmedi. Ömrünün sonuna kadar huzur içinde yaşadı.
 Tevâzû içerisinde dâimâ şu sözü tekrarlayıp durdu:


"-Ben bir kölenin talebesiyim. Her ne bulmuş isem onun
(bana vermiş olduğu şu hikmetli teslîmiyet dersi) sâyesinde bulmuşumdur.
" (Hucvirî, s: 210-211; Ayrıca bkz: Attar, s: 208; Kuşeyrî, s: 90)


Osman Nuri TOPBAŞ Hocaefendi

21 Aralık 2011 Çarşamba

ESMAÜL HÜSNA VE SIRLARI


İsm-i Celil-Tesbih adedi.................................Tesbih niyeti
Allah-(66) ............................... Her türlü istek, tüm duaların kabul olması.
Er-Rahmân-(298)............................. Dünyada ve ahirette Allah'ın sevgisini kazanmak.
Er-Rahîm-(258) ....................... Maddî ve manevî rızka nail olmak.
El-Melik-(90) ..................... Maddî ve manevî güçlü olmak, insanlara sözlerini anlatıp
dinletebilmek,emir sahibi olmak.
El-Kuddûs-(170)............................ Maddî ve manevî her türlü temizlik, kalp temizliği,
 ruhî hastalıklardan iyileşmek.
Es-Selâm-(131) .............................. Korkulan her şeyden emin olmak ve esenliğe çıkmak.
El-Mü'min-(137) .............................................. Güvende olma, güvenilir insan olmak,
 kötü hastalıklara düşmemek.
El-Muheymin-(145)................. İnsanlardan korunmak ve onların düşüncelerine akıl erdirebilmek.
El-Aziz-(94).............................................. Düşmanlara galip gelmek.
El-Cebbâr-(206)................ İstek ve arzuların olması, insanların ve cinlerin şerrinden emin olmak.
El-Mütekebbir-(662)..................................... İzzet, refah ve gerçek büyüklüğe erişmek,
halk tarafından sevilmek.
El-Hâlık-(731).......................................... İşlerde üzüntü ve sıkıntıdan kurtulmak, başarılı olmak.
El-Bâri-(214) .................................... İşte başarılı olmak, maddî ve manevî sıkıntılardan kurtulmak.
El-Musavvir-(336)................................... Maksat ve meramına ulaşmak ve ifade etmek,
 en zor işleri başarmak ve bir işte uzmanlaşmak.
El-Gaffâr-(1.281)................................... Bağışlanmak ve günahlardan korunmak.
El-Kahhâr-(306).................................. Zalimlerin ve din düşmanlarının kahrından kurtulmak.
El-Vehhâb-(14) ............................... Sıkıntısız ve maddî açıdan rahat bir hayat sürmek.
Er-Rezzâk-(308).................................... Bol rızıklı bir ömür geçirmek.
El-Fettâh-(489)...................... Maddî ve manevî hayır kapılarının açılması, ticarette başarıya ulaşmak.
El-Alim-(150) ..................................................... İlim zenginliği için.
El-Kâbid-(903).............................................. Zalimin zulmünden kurtulmak.
El-Bâsit-(72)......................................... Rızkının genişlemesi ve bereketin artması.
El-Hafid-(1.481)........................................... Kötüden, kötülerden ve belalardan korunmak.
Er-Rafi'-(351).......................................... İnsanlar içinde ve işinde yükselmek, tevazu sahibi olmak.
El-Muiz-(117)........................................ Fakir ve zelillikten kurtulmak.
El-Muzil-(770)......................................... Düşmanları zelil etmek.
Es-Semi'-(180)........................................ Duaların kabul olması.
El-Basir-(302-112).................................... Acziyetin kalkması, basiretli olmak.
El-Hakem-(68)........... Haklı davasını kazanmak, insanlar arasında hak ile hüküm vermek.
El-Adl-(104)......................................... Adaletli olmak, haklı davayı kazanmak.
El-Latîf-(129).................................... Dileklerin olması, kısmet ve rızkın artması.
El-Habîr-(812)........................................ Hafıza ve idrakin genişlemesi.
El-Halîm-(88)................. Ahlâk güzelliği ve yumuşak huylu olmak, hiddet ve sinirin gitmesi.
El-Azîm-(1.020)................................ Sözünün tesirli olması ve sözü dinlenir olmak.
El-Gafûr-(1.286)...................................... Günahların affı ve kötü ahlâktan korunmak.
Eş-Şekûr-(526)............. Talihin açıklığı, kendine verilen nimetlerin şükrünü eda etmek, bol rızık için.
El-Aliyy-(110).......................................... Zilletten kurtulmak, ilim, derecelerin artması.
El-Kebîr-(232)..................................... Maddî ve manevî büyüklük, hürmet sahibi olmak.
El-Hafîz-(998).................................. Nefsinin ve malının korunması.
El-Mukît-(550)........................................ Muhtaç olunan şeyi kazanmak ve rızık.
El-Hasîb-(80).......................................... Herkese karşı açık alınlı olmak.
El-Celîl-(73-5.329)................................ Gerçek yüceliğe erişmek, zalim ve zorbayı zelil etmek.
El-Kerîm-(270)............................. Bol rızık sahibi olmak, cömert olmak ve kolaylıklara nail olmak.
Er-Rakîb-(312)............................. Her işte Allah'ın koruması altında olmak, bunu hissetmek,
 hafızasının kuvvetlenmesi.
El-Mücîb-(55-3.025)..................................... Duaların kabul olunması.
El-Vâsi'-(137).............................................. Ömür uzunluğu, sıhhat ve rızık genişliği için.
El-Hakîm-(78-6.084).............. İlim ve hikmet sahibi olmak, uzağı görmek, hikmetli iş yapmak.
El-Vedûd-(20-400)........................................ İnsanların sevgisini kazanmak.
El-Mecîd-(57-3.249)..................................... İzzet ve şerefin artması.
El-Bâis-(573)......................................... Kuvvetli irade ve alacaklarını almak.
Eş-Şehîd-(319)...................................... Şehid olmak, heybetli olmak, halk arasında sevilmek.
El-Hak-(108)....................................... Sağlam bir imana ve doğru bir ibadet hayatına sahip olmak,
 başladığı işin sonunun gelmesi.
El-Vekîl-(66)........................................... Allah'tan her türlü yardım görmek.
El-Kavî-(116)............................... Kansızlık ve vücudun güçlü olması, zor işleri kolaylıkla halletmek.
El-Metîn-(500)................................... Maddî ve manevî dayanıklı, sağlam ve iradeli olmak,
 hastalıklardan kurtulmak.
El-Veliyy-(46-2.116).................................. Her işte Allah'ın yardımını istemek.
El-Hamîd-(62-3.844)............... Kazancın genişlemesi, Allah'ı çokça hamd etmek için yardım istemek.
El-Muhsî-(148).................................... Zekânın kuvvetli olması.
El-Mübdi-(57)......................................... Her işte muvaffak olmak, ummadığı yerden yardım gelmesi.
El-Muîd-(124)................................ Elden kaçanı geri kazanmak, Allah'ın ahirette yeniden
 dirilme hakikatini ruhlarımıza duyurması.
El-Muhyî-(68)............................................ İşlerin başarılı olması, hastalıklardan kurtulmak.
El-Mumît-(490)................... Harama bakmamak, kötülüklerden vazgeçmek, devamlı ahireti hatırlamak.
El-Hay-(18-324)........................................... Sözün tesirli olması, sözü dinlenir olmak.
El-Kayyûm-(156)........................................... Bütün işlerde yardımı Allah'tan beklemek,
 isteklere nail olmak, rızkın devamlı olması.
El-Vâcid-(14-196)......................................... Aradığını ve kaybettiğini bulmak.
El-Mâcid-(48)............................................ Kazancın bolluğu ve şerefli bir hayat sahibi olmak.
El-Vâhid/El-Ehad-(19-3.669)........................................... Kalbin uyanıklığı, isteklerin olması.
Es-Samed-(134)............................................. Hiç kimseye muhtaç olmamak.
El-Kâdir-(305).............................................. İstediğini yapmaya güç yetirmek.
El-Muktedir-(744)......................................... Her işte başarılı olmak.
El-Mukaddim-(184)................................................. Daima yükselmek.
El-Muahhir-(847)................................. Kötü ve belalı birinin veya bir işin kendinden uzaklaşması.
El-Evvel-(37)........................................ Her hayır işinde birinci olmak.
El-Âhir-(801).......................................... Ömrün uzun olması.
Ez Zâhir-(1.106)....................................... Her meselenin zuhuru, açıklığı, gizli olmaması.
El-Müteâlî-(551)...................................... İstediği makama gelmek ve yüceliğe ermek.
El-Bâtın-(62)....................................... Nefsi mutmain ve kalbi geniş olmak, iç rahatlığının artması.
El-Vâlî-(47)............................................... Sözünün tesirli olması, insanların kendini sevmesi.
El-Berr-(202)........................................... Her halukarda iyilik bulmak.
Et-Tevvâb-(409)............................................... Tövbelerin kabul olması.
El-Müntekım-(630)....................................... Zulüm ve fenalıklardan korunmak.
El-Afuvv-(156).......................................... Rızık bolluğu, kalp huzuru, affedilmek.
Er-Raûf -(287)............................................ Merhametinin artması, hiçbir varlıktan zarar görmemek.
Mâlikü'l-Mülk-(212)............... Mal ve kazanca zarar gelmemesi, maddî ve manevî derecelerin artması.
Zü'l-Celâli ve'l-İkrâm-(1.100)........................ İşlerin kolay ve âsân olması, insanların kendini sevmesi.
El-Muksit-(209)......................................... Eşlerin arasını düzeltmek ve adaletli olmak.
El-Câmi-(114)............................................. Küsleri barıştırmak ve hayırların birleşip toplanması.
El-Ganî-(1.060) ............................ Gerçek zenginlik, servet ve geniş rızık, insanlar tarafından sevilmek.
El-Muğnî-(1.100)................................... Geçim genişliği, bol rızık ve zenginlik.
El-Mâni'-(161)...................................... Kaza ve belalardan emin olmak.
Ed-Dârr-(1.001)......................... Zararlı kişilerden emin olmak ve onları Allah'a havale etmek.
En-Nâfi' -(201)............................... Hastalıklardan korunmak, şifa bulmak, zararlardan uzak durmak.
En-Nûr-(256)....................................... Doğruyu ve yanlışı görüp kalp nuruna sahip olmak.
El-Hâdî -(20-400).................................... Doğru yolu bulmak ve çocuklarının serkeş olmaması.
El-Bedî' -(86) ..................................... Allah'ın yardımına nail olmak, maddî ve manevî güzellik için.
El-Bâkî -(113)........................................... Ömrün uzunluğu ve sağlıklı olmak.
El-Vâris -(707)....................................... Uzun ömür, bol mal, şeref ve rızık sahibi olmak.
Er-Reşîd- (514)............................ Güzel ahlâk sahibi olmak, kötü alışkanlıklardan korunmak.
Es-Sabûr- (298)........................ Başladığı işi kolay bitirmek, sinirini yenmek ve sabırlı olmak. 
'En güzel isimler O'nu (cc) anlatıyor-Esma-i Hüsna,Tecellileri,Sırları' kitabından alınmıştır...

İlahi-Ben mevlama kul olamadım-Abdurrahman Önül


20 Aralık 2011 Salı

ESMAÜL HÜSNA VE ANLAMLARI



1- ALLAH ( c.c )
Kainatı yaratan ve idare eden bütün övgü ve ibadetlere layık varlığı zorunlu olan kendinden başka hiçbir ilahı bulunmayan tek bir Allah’tır.
2- Er-RAHMAN ( c.c )
Esirgeyen bağışlayan ilahi rahmet lütuf ve koruyuculuğu bütün mahlukatı kapsayandır.
3- Er RAHİM ( c.c )
Esirgeyen bağışlayan dünyada kendisine inanıp emirlerine uygun bir şekilde yaşayanları ahirette ebedi nimetlerle mükafatlandıracak olandır.
4- El MELİK ( c.c )
Görünen ve görünmeyen bütün mülkün sahibi mülk ve saltanatı devamlı olandır.
5- El KUDDÜS ( c.c )
Her türlü eksiklik ve ayıplardan münezzeh bütün kemal sıfatlarla muttasıf bulunandır.
6- Es SELAM ( c.c ) 
Her çeşit afet ve kederlerden emin olan, esenlik verendir.
7- El MÜ’MİN ( c.c )
Kullarına emniyet veren. Kendisinin ve peygamberlerinin doğruluğunu ortaya koyandır. Kullarına yaptığı va’dinde sadık olandır.
8- El MÜHEYMİN ( c.c ) 
Saltanatı hakkında dilediği gibi tasarruf eden evrenin bütün işlerini düzenleyen her şeyi gözetip koruyan insanları kontrol edip gözetleyendir.
9- El AZİZ ( c.c )
İzzet sahibi mağlup edilmesi imkansız olan her şeye galip olandır.
10- El CEBBAR ( c.c )
Azamet ve kudret sahibi istediğini mutlaka yapan kırık kalpleri onaran dilediği her durumda mutlak iradesini yürütendir
11- El MÜTEKEBBİR ( c.c )
Ululuk sahibi her şeyde ve her hadisede büyüklüğünü gösterendir.
12- El HALIK ( c.c )
Her şeyin varlığını ve geçireceği halleri takdir eden. Yaratan yoktan var eden büyüklükte eşi olmayandır.
13- El BARİ ( c.c )
Her şeyin aza ve cihazını birbirine uygun yaratandır.
14- El MUSAVVİR ( c.c )
Tasvir eden her şeye ayrı bir şekil ve hususiyet verendir.
15- El GAFFAR ( c.c )
Kullarının günahını örten mağfireti bol günahları çokca bağışlayandır.
16- El KAHHAR ( c.c )
Her şeye her istediğini yapacak surette galip ve hakim olandır.
17- El VEHHAB ( c.c )
Çok fazla ihsan eden çeşit çeşit nimetleri daima bağışlayandır.
18- Er REZZAK ( c.c )
Bütün mahlukatın ruhi ve bedeni rızkını veren ve ihtiyacını karşılayandır.
19- El FETTAH ( c.c )
Her türlü müşkülleri açan ve kolaylaştıran darlıktan kurtaran bütün anlaşmazlıkların nihai hakemi olarak mutlak adaleti gerçekleştirendir.
20- El ALİM ( c.c )
Her şeyi en ince noktasına kadar bilen ilmi ezeli ve ebedi olandır.
21- El KABİD ( c.c )
Dilediğine darlık veren sıkan daraltandır.
22- El BASİT ( c.c )
Dilediğine bolluk veren açan genişletendir.
23- El HAFİD ( c.c ) 
Yukarıdan aşağıya indiren alçaltan dereceleri düşürendir
24- Er RAFİ ( c.c )
Yukarı kaldıran yükselten dereceleri yükselten izzet ve şeref bahşedendir.
25- El MUZİZ ( c.c )
İzzet ve şeref veren aziz kılandır
26- El MUZİL ( c.c )
Alçaltan zillete düşüren hor ve hakir edendir.
27- Es SEMİ ( c.c )
İşitmeye konu olan her şeyi hakkıyla işiten kullarının niyazını kabul edendir.
28- El BASİR ( c.c )
Her şeyi hakkıyla görendir.
29- El HAKEM ( c.c ) 
Hikmet sahibi olan yaptığı her işte hikmeti gözeten hüküm verme yetkisini elinde tutan son hükmü verecek olandır.
30- El ADL ( c.c )
Son derece adaletli olan hiçbir şeyde aşırılığa düşmeyendir.
31- El LATİF ( c.c )
En ince işlerin bütün inceliklerini bilen lutuf ve ihsan sahibi olandır. 
32- El HABİR ( c.c )
Her şeyin dış ve iç yüzünden açık ve gizli yönünden tam haberdar olandır.
33- El HALİM ( c.c ) 
Yumuşak davranan Hilmi çok olan ceza vermede acele etmeyen teenni sahibi olandır.
34- El AZİM ( c.c )
Pek azametli olan yüce sıfatlar sahibi ulu Allah’dır.
35- El GAFUR ( c.c )
Çok bağışlayan mağfireti bol olandır.
36- Eş ŞEKÜR ( c.c )
Kendi rızası için yapılan amellere en iyi karşılık veren az iyiliğe çok mükafat verendir.
37- El ALİYY ( c.c )
İzzet şeref ve hükümranlık bakımından en yüce olandır.
38- El KEBİR ( c.c )
Yüceliği karşısında her büyüğün küçüldüğü mutlak büyük zat ve sıfatlarının mahiyeti anlaşılamayacak kadar ulu olandır.
39- El HAFİZ ( c.c )
Her şeyi afat ve beladan koruyan dengede tutandır.
40- El MUKİT ( c.c ) 
Bilen tayin eden bedenlerin ve ruhların gıdasını veren her şeyi koruyan.
41- El HASİB ( c.c )
Herkesin hayatı boyunca yaptıklarının bütün teferruatıyla hesabını iyice bilen. Mahlukatına kafi olandır
42- El CELİL ( c.c )
Azamet sahibi olan ululuk sahibi olandır.
43- El KERİM ( c.c )
Çok ikram edici fazilet türlerinin hepsine sahip keremi bol ve sonsuz olandır.
44- Er RAKİB ( c.c )
Bütün varlıklar ve bütün işler murakabesi altında bulunan her şeyi gözetleyip kontrolü altında tutandır.
45- El MUCİB ( c.c )
Kendine yalvaranların isteklerine ve dualarına cevap veren duaları kabul edendir.
46- El VASİ ( c.c ) 
Lütfu bol olan ilmi ihsanı mağfiret ve merhameti her şeyi kuşatandır.
47- El HAKİM ( c.c )
Emirleri kelamı ve bütün işleri hikmetli yerli yerinde olandır.
48- El VEDÜD ( c.c )
Çok seven ve çok sevilen iyi kullarını seven rızasına erdiren ve sevilmeye en layık olandır.
49- El MECİD ( c.c )
Şanı şerefi çok üstün olan lütuf ve keremi bol olandır.
50- El BAİS ( c.c )
Ölüleri dirilten kabirlerden çıkaran mahşerde toplayandır.
51- Eş ŞEHİD ( c.c )
Her zaman ve her yerde hazır ve nazır olan her şeyi gözetleyip bilendir.
52- El HAKK ( c.c ) 
Vacibu’l vücut olan varlığı hiç değişmeden devam edip duran mevcudiyet ve uluhhiyeti gerçek olandır.
53- El VEKİL ( c.c )
Tevekkül sahiplerinin işini üstlenen onlardan daha iyi onu emniyete alan kendisine güvenilip dayanılandır.
54- El KAVİ ( c.c ) 
Çok kuvvetli kudretli her şeye gücü yetendir.
55- El METİN ( c.c ) 
Her şeye gücü yeten kudretli çok güçlü ve sağlamdır.
56- El VELİ ( c.c )
Seçkin kullarının yardımcısı ve dostudur.
57- El HAMİD ( c.c ) 
Her bakımdan övgüye layık bütün hamdler gerçekte yalnız kendisine ait olan bütün varlığın diliyle övülendir.
58- El MUHSİ ( c.c )
Yarattığı her şeyin sayısını bilendir.
59- El MUBDİ ( c.c ) 
Mahlukatı baştan maddesiz ve örneksiz olarak yaratandır.
60- El MUİD ( c.c ) 
Yaratılmışları yok ettikten sonra tekrar yaratan ölüleri diriltendir 
61- El MUHYİ ( c.c ) 
İhya eden dirilten can bağışlayan hayat verendir.
62- El MUMİT ( c.c ) 
Mahlukatın ölümünü yaratan ecelleri geldiğinde canlıları öldürendir.
63- El HAYY ( c.c )
Diri tam ve mükemmel manasıyla hayat sahibidir.
64- El KAYYUM ( c.c )
Yarattıklarının işini çeviren her işleneni bilen evveli olmayan kainatı yöneten en yüce varlık demektirç
65- El VACİD ( c.c )
İstediğini istediği vakit bulan hiçbir şeye muhtaç olmayan müstağnidir.
66- El MACİD ( c.c ) 
Kadri ve şanı büyük kerem ve müsamahası bol.
67- El VAHİD ( c.c )
Tek zatında sıfatlarında isimlerinde ef’alinde ortağı ve benzeri olmayandır.
68- Es SAMED ( c.c ) 
Her şey ona muhtaç fakat kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan.
69- El KADİR ( c.c )
İstediğini yapabilen dilediğini istediği gibi yaratmaya müktedir olandır.
70- El MUKTEDİR ( c.c )
Her şeye gücü yeten kudretli kuvvet ve kudret sahipleri üzerinde dilediği gibi tasarruf edendir.
71- El MUKADDİM ( c.c ) 
İstediğini öne alandır.
72- El MUHARRİR ( c.c )
İstediğini yerine koyan arkaya bırakan erteleyendir.
73- El EVVEL ( c.c ) 
Her şeyden önce var olan varlığının başlangıcı olmayandır.
74- El AHİR ( c.c )
Her şey helak olduktan sonra da varlığı devam edendir.
75- Ez ZAHİR ( c.c )
Varlığı sayısız delillerle açık olandır. 
76- El BATIN ( c.c ) 
Akılların idrak edemeyeceği yüceliği gizli olandır.
77- El VALİ ( c.c ) 
Bu muazzam kainatı ve bütün hadisatı tek başına idare edendir.
78- El MÜTE’ALİ ( c.c )
Aklın mümkün gördüğü her şeyden her halden pek yüce olan izzet şeref ve hükümranlık bakımından en yüce olandır.
79- El BERR ( c.c ) 
Kullarına iyilik ve ihsanı bol olandır.
80- El TEVVAB ( c.c )
Kullarını tövbeye teşvik edip tevbeleri kabul eden günahları bağışlayandır.
81- El MÜNTEKİM ( c.c ) 
Günahkarlara adaletiyle müstahak oldukları cezayı verendir.
82- El AFUVV ( c.c )
İnsanların günahlarını kendilerinde sorumluluk kalmayacak şekilde affedendir.
83- Er RAUF ( c.c )
Merhamet edici pek şefkatlidir.
84- El MALİKEL-MÜLK ( c.c )
Mülkün ebedi ve ezeli sahibidir. 
85- ZÜ’L- CELALİ VE’L-İKRAM ( c.c ) 
Hem azamet sahibi hem fazlu kerem sahibi Celal ve Cemal/büyüklük ve lutuf sahibi olandır.
86- El MUKSİT ( c.c )
Hükmünde ve işlerinde adaletli olandır.
87- El CAMİ ( c.c ) 
İstediğini istediği zaman istediği yerde toplayandır.
88- El ĞANİ ( c.c )
Hiçbir şeye muhtaç olmayan kendi dışındaki her şey O’na muhtaç olandır.
89- El MUĞNİ ( c.c )
Dilediğine zenginlik veren müstağni kılandır.
90- El MANİ ( c.c ) 
Bazı şeylerin meydana gelmesine müsaade etmeyen ve engelleyendir.
91- El DARR ( c.c )
Elem ve zarar verecek şeyleri yaratan hüsrana uğratandır.
92- En NAFİ ( c.c )
Hayır ve menfaat verecek şeyleri yaratan faydalandırandır.
93- En NUR ( c.c )
Alemleri nurlandıran dilediğine nur veren ve Nur olandır.
94- El HADİ ( c.c )
Hidayete kavuşturan kulunu hayırla muvaffak kılandır.
95- El BEDİ ( c.c ) 
Örneksiz misalsiz hayret verici alemler yaratandır.
96- El BAKİ ( c.c )
Varlığının sonu bulunmayan ebedi olandır.
97- El VARİS ( c.c )
Varlığı devam eden varlığının sonu olmayan servetlerin hakiki sahibidir.
98- Er REŞİD ( c.c )
Bütün alemleri dos doğru bir nizam ve hikmetle akıbetine ulaştıran insanlara doğru yolu gösterendir.
99- Es SABUR ( c.c )
Çok sabırlı olan isyankarlardan acele intikam almayandır.

ALLAH KULUNU NASIL ZİKREDER ?





Adamın biri, geceleri devamlı Allah'ı zikrederdi. Bütün gecesi zikir fikir içinde geçerdi. Zikir kalbine yerleşmiş, gönlüne tat vermişti.

 Bir gün şeytan bu adama yaklaştı ve o­na, 

 “Böyle devamlı Allah'ı zikretmen ne zamana kadar sürecek. Sen gece gündüz Allah diyorsun, peki bir kere olsun Allah da sana buyur kulum dedi mi? Zikrinin karşılığını aldın mı? Madem sana bir karşılık verilmiyor, sen bu kötü halinle ve kara yüzünle ne zamana kadar Allah diyeceksin?” diye vesvese verdi.

Bu vesvese adama tesir etti. Kalbi karıştı. o­nu gerçek zannetti. Demek ben Allah'ı zikretmeye layık bir kul değilim bana karşılık verilmiyor diyerek zikri bıraktı ve uyudu.

Gece rüyasında Hızır aleyhisselamı gördü. Hz. Hızır o­na,

-Allah'ı zikretmeyi niçin terk ettin; zikirden niçin pişmanlık duydun? diye sordu.
Adam,

-Ben sürekli Allah Allah diye zikrettim; fakat bir gün olsun Allah'tan “buyur kulum'' diye bir karşılık duymadım. Ben bu işe layık olmadığımdan ve Allah'ın kapısından kovulmaktan korkuyorum, dedi.
O zaman Hz. Hızır (a.s) adamı şöyle uyardı:
-Senin Allah Allah demen, O'nun buyur kulum demesi dır. O seni zikretmese sen O'nu hiç zikredemezdin. Senin O'na kavuşma arzusu ile amel edip çırpınman O'nun tarafından sana verilmiş bir cezbedir. O seni sevmese kendi yolunda koşturmazdı. Senin Allah'tan korkun ve O'na duyduğun aşk, O'nun sana lütfüdür. Senin her yâ Rabbi diye inleyişinde O da sana yönelir, seni dinler ve karşılık verir.  Allah bir kulun kalbini bağlarsa, o kul Allah'ı zikredemez. Allah yolunu açmazsa, kul dua edemez. Sen başına gelen bir dert içinde Allah diyorsan, O sana kendisini zikrettirmek için bu derdi vermiştir. Gaye seni kendisi ile meşgul etmektir. Korkma, Allah de. Zikre ve duaya devam et. Hiçbir zikir ve dua karşılıksız kalmaz. Zerre kadar bir amel dahi zayi olmaz. Allah Firavun'a mal verdi, dert vermedi. O da hiç inleyip zikretmedi. Allah'ı zikrettiren dert, O'nu unutturan maldan ve sıhhatten daha hayırlıdır.     
    
Mesnevi Tercümesinden konuyu aktaran D.Selvi: 

"Kalp ya dertle ya da muhabbetle Allah der Allah'a yönelir. Kul bilmese de böyledir.O'nu severek zikredenler şükretmiş olur,mükafat alır. Yüce Allah'ı zikretmenin mükafatı, Allah katında zikredilmek ve sevilmektir." der.

16 Aralık 2011 Cuma

CUMAMIZ MÜBAREK OLSUN


ALLAH KORKUSU






*-* ALLAH KURAN'DA KENDİSİNDEN KORKMAYI EMREDİYOR *-*


Herşeyden önce iyi bilinmelidir ki, Allah korkusu birtakım cahil insanların sandıkları gibi, yalnızca peygamberlere ya da evliyalara has özel bir üstünlük değil, tüm iman edenlerin kalplerinde taşıdıkları ve diğer tüm insanların da taşımaları gereken bir duygudur. Çünkü Allah Kuran'da Kendisi'nden korkulmasını emretmiştir:

Ey iman edenler, Allah'tan korkun. Herkes yarın için neyi takdim ettiğine baksın. Allah'tan korkun. Hiç şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. (Haşr Suresi, 18)

Tüm insanları Allah yaratmıştır ve onları kendilerini bilip tanıdıklarından kat kat daha iyi bilip tanır. Herkesin kalplerinde gizli olanı, gizlinin de gizlisini bilir. Nefsinin insana ne tür vesveseler verdiğinden, ne tür oyunlar oynayacağından da çok iyi haberdardır. Çünkü nefsi yaratan, ona -imtihan için- sınır tanımaz kötülüğünü ve bu kötülükten sakınmayı ilham eden Allah'tır. Şeytanı da imtihan ortamının bir parçası olarak yaratmış ve ona bu amaç doğrultusunda birtakım özellikler vermiştir.

Allah korkusu ise bu imtihan ortamında müminin en büyük dayanağı olacaktır. Çünkü Allah korkusu kişiyi her an Allah'ın istediği gibi davranmaya, O'nu hoşnut etmeye çalışmaya, şeytanın ve nefsinin isteklerinden sakınmaya, onların hile ve oyunlarına karşı uyanık ve tedbirli olmaya sevk edecektir. Bu da, insana kendi sınır tanımaz isteklerini uygulatmaya çalışan nefsin ve şeytanın hiç işine gelmeyen bir durumdur.

Bu sebeple şeytan ve nefsi, insanı en başta Allah korkusundan uzaklaştırmaya çalışır. Allah'tan korkmanın gereksiz, hatta yanlış olduğu, asıl önemli olanın Allah sevgisi ve kalp temizliği olduğu gibi telkinlerle onun Allah'tan korkup sakınmasını engellemek ister. Oysa Kuran'ı okuyan şuurlu bir insan, şeytanın bu tür telkinlerinin hiçbir gerçekliği olmadığını, tamamen saptırma ve aldatma amacı taşıdığını rahatlıkla görür. Zira Allah, müminlere Kendisi'nden korkmalarını Kuran'da son derece açık bir biçimde emretmiştir. Bu emir Kuran'ın sayısız ayetinde yer alır. Bu ayetlerden birkaç örnek şöyledir :

... Allah'tan korkun ve bilin ki Allah, muhakkak cezası pek çetin olandır. (Bakara Suresi, 196)
... Allah'tan korkup-sakının ve gerçekten bilin ki, siz O'na döndürülüp-toplanacaksınız. (Bakara Suresi, 203)

... Allah'tan korkup-sakının ve bilin ki, Allah herşeyi bilendir. (Bakara Suresi, 23)
... Allah'tan korkup-sakının ve bilin ki, Allah yaptıklarınızı görendir. (Bakara Suresi, 233)

Ey iman edenler, Allah'tan korkup-sakının ve (sizi) O'na (yaklaştıracak) vesile arayın; O'nun yolunda cehd edin (çaba harcayın), umulur ki kurtuluşa erersiniz. (Maide Suresi, 35)

Mümin her konuda olduğu gibi Allah'ın bu emrini de kayıtsız şartsız yerine getirmeye çalışır. Kuran'dan habersiz cahil kimseler gibi, Allah'tan korkmanın gerekip gerekmediği, Allah korkusunun mu yoksa Allah sevgisinin mi önemli olduğu, Allah'ı seven bir kimsenin neden Allah'tan korkması gerekeceği gibi, şeytani kuruntu ve vesveselere kapılmaz. Allah'tan korkmanın, tıpkı namaz kılmak, oruç tutmak gibi "farz kılınmış" bir ibadet olduğunu bilir ve bu ibadeti en güzel biçimde yerine getirmeye çalışır. Bununla birlikte, Allah Kuran'da insanın neden Kendisi'nden korkması gerektiğinin hikmetlerini de ayrıntılı olarak açıklamıştır.

*-* KUR'AN DA TARİF EDİLEN ALLAH KORKUSU *-*
Ayette belirtilen "Allah'tan nasıl korkup sakınmak gerektiği" Kuran'da son derece açık ve ayrıntılı bir biçimde tarif edilmiş bir konudur. Korkunun ne şekilde, nasıl bir ruh halinde ve ne şiddette olması gerektiği de Allah'ın ayetlerinde bir bir anlatılmıştır. Zaten Kuran'ın indiriliş amaçlarının en önemlilerinden biri de budur:
İşte bu (Kur'an) uyarılıp korkutulsunlar, gerçekten O'nun yalnızca bir tek ilah olduğunu bilsinler ve temiz akıl sahipleri iyice öğüt alıp düşünsünler diye bir bildirip-duyurma (bir belağ)dır. (İbrahim Suresi, 52)
Şimdi Allah korkusunun nasıl olması gerektiğini yine Kuran ayetlerinden görelim.
Gücünün Yettiği Kadar Allah'tan Korkmak
Öyleyse güç yetirebildiğiniz kadar Allah'tan korkup-sakının, dinleyin ve itaat edin... (Tegabün Suresi, 16)
Allah Kuran'da insanlara sonsuz kudretini, makamının yüceliğini ve üstünlüğünü, Kendisi'ne karşı gelenler için hazırladığı azabın şiddetini ve büyüklüğünü detaylı olarak anlatmıştır. Artık bundan sonra kişiye düşen bu gerçekleri samimi olarak ve derin derin tefekkür etmesi, niyetinde ve yaptığı işlerde hep bu gerçeklerin bilincinde bir tavır göstermesidir. Bunu da ayette belirtildiği gibi gücünün yettiği derecede yapmaya çalışmalıdır. Yani gücünün yettiğince Allah'ın büyüklüğünü takdir etmeli, gücü yettiğince Rabbimizin tehdit ettiği azabın -cehennem azabının- büyüklüğünü, boyutlarını ve sonsuzluğunu tefekkür etmelidir. Bunun sonucunda kalbinde doğal olarak Allah korkusu oluşacaktır. Böylece mümin Kuran'da emredilen ibadetleri yapmamaktan, haram kılınan şeyleri ise yapmaktan gücü yettiğince korkup sakınacaktır. Zira korkup sakınacağı şeyler de Kuran'da kendisine detaylı olarak bildirilmiştir:
Böylece Biz onu, Arapça bir Kur'an olarak indirdik ve onda korkulacak şeyleri türlü şekillerde açıkladık; umulur ki korkup-sakınırlar ya da onlar için düşünme (yeteneğini) oluşturur. (Taha Suresi, 113)
Burada belirtilmesi gereken çok önemli bir nokta daha vardır: Allah korkusu elde edilmesi zor olan, birtakım aşamalardan geçerek kazanılacak bir his değildir. Aksine şuuru açık, düşünen her insanın aksi mümkün olmayacak şekilde derinden hissettiği bir duygudur. Bir insanın gerçek Allah korkusunu elde edebilmesi için tek bir samimi tefekkürü bile yeterli olabilir. Kişi yalnızca bir an ölümü, ölümden sonra karşılaşacaklarını düşünüp, Allah'a karşı saygı dolu bir korku hissedebilir. Bu, tamamen insanın düşünmesine ve aklını kullanmasına bağlıdır.
İçi Saygı ile Titreyerek Korkmak
Allah diğer dünyevi korkularla karıştırılmaması için, Kuran'da Kendisi'nden korkan bir müminin hislerini ve ruh halini de tarif etmiştir. Müminin Allah korkusu başka hiçbir korkuya benzemeyen, son derece içli ve saygı dolu bir korkudur. Bu korku diğer korkular gibi insana sıkıntı ve azap veren bir korku türü değildir. Tam tersine, insana kulluğunu ve aczini hatırlatan, onun aklını ve şuurunu açıp geliştiren, insanı çok üstün bir ahlak seviyesine ulaştıran bir korkudur.
Bu korku müminin ahirete olan özlemini artıran, ümit ve şevkini körükleyen bir korkudur. Allah korkusu, müminin Allah'a olan yakınlığını ve sevgisini kat kat artıran, ona büyük manevi hazlar yaşatan asil bir duygudur. Kuran'da iman edenlerin taşıdıkları bu içli ve saygı dolu korkudan pek çok ayette bahsedilir:
Gerçek şu ki, Rablerinden gayb ile (O'nu görmedikleri halde) içleri titreyerek-korkanlara gelince; onlar için bir bağışlanma ve büyük bir ecir vardır. (Mülk Suresi, 12)
... Rablerinden içleri saygı ile titrer, kötü hesaptan korkarlar. (Rad Suresi, 21)
Görmediği halde Rahman'a karşı 'içi titreyerek korku duyan' ve 'içten Allah'a yönelmiş' bir kalp ile gelen içindir. (Kaf Suresi, 33)
Ki onlar (o peygamberler) Allah'ın risaletini tebliğ edenler, O'ndan içleri titreyerek-korkanlar ve Allah'ın dışında hiç kimseden korkmayanlardır. Hesap görücü olarak Allah yeter. (Ahzab Suresi, 39)
Umutla Beraber Korku Duymak
Mümin Allah'tan korkarken Allah'ın şefkatini, merhametini, bağışlayıcılığını, O'nun lütfeden, tevbeleri kabul eden olduğunu da hatırından çıkarmaz. Bu da onun korkarken, bir yandan da içinde çok şiddetli bir umut taşımasına sebep olur. İçindeki Allah korkusu, Allah'ın bu sıfatlarını da çok derin ve geniş bir biçimde tefekkür etmesine, Allah'ın üstünlüğünü ve büyüklüğünü çok daha iyi takdir edebilmesine, dolayısıyla Allah'a daha fazla yakınlaşmasına vesile olur. Allah'ın merhametinin, şefkatinin, bağışlamasının büyüklüğünü daha iyi idrak eder.
İşte gerçek mümin Allah'a korku ve umut dolu bir ruh hali içinde yönelir ve dua eder:
Onların yanları yataklarından uzaklaşır. Rablerine korku ve umutla dua ederler ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler. (Secde Suresi, 16)
Bu da Allah korkusunun hiçbir zaman ümitsizliğe, karamsarlığa düşürmeyen bir duygu olduğunun göstergesidir. Müminlerin sürekli bir umut içinde olmaları gerektiği Kuran'ın pek çok yerinde belirtilmiştir:
... O'na korkarak ve umut taşıyarak dua edin. Doğrusu Allah'ın rahmeti iyilik yapanlara pek yakındır. (Araf Suresi, 56)
De ki: "Ey kendi aleyhlerinde olmak üzere ölçüyü taşıran kullarım. Allah'ın rahmetinden umut kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları bağışlar. Çünkü O, bağışlayandır, esirgeyendir." (Zümer Suresi, 53)
Umutsuzluğun ise inkar edenlerin bir vasfı olduğu yine ayetlerde bildirilmiştir:
Allah'ın ayetlerini ve O'na kavuşmayı 'yok sayıp inkâr edenler'; işte onlar, benim rahmetimden umut kesmişlerdir; ve işte onlar, acı azab onlarındır. (Ankebut Suresi, 23)
Ey iman edenler, Allah'ın kendilerine karşı gazablandığı bir kavmi veli (dost ve müttefik) edinmeyin; ki onlar, kafirlerin mezar halkından umut kesmeleri gibi ahiretten umut kesmişlerdir. (Mümtehine Suresi, 13)

*-* MÜ'MİNLER ALLAHTAN NİÇİN KORKAR ? *-*

Müminlerin Allah'tan korkma sebeplerine geçmeden önce, önceki bölümlerde de vurguladığımız bir noktayı tekrar hatırlatmakta fayda görüyoruz. Allah korkusu, müminin imanını, şevkini, Allah'a olan sevgi ve saygısını coşturan bir duygudur. Kişiyi Allah'ın razı olmayacağı bir tavır içine girmekten sakındıran, nefsinin taşkınlıklarını, sınır tanımaz kötülüklerini dizginleyen, sürekli iyilik yönünde harekete geçiren bir korkudur.
Bu korku onu Allah'ın azabından uzaklaştıran, Allah'ın rızasına, rahmetine ve cennetine yaklaştıran, bundan dolayı da çok büyük bir manevi haz içeren bir korkudur. Mümini Allah'ın sınırlarını korumada, Allah'ın rızasını aramada son derece yüksek bir şuura, uyanıklığa ve titizliğe iletir. Sonuçta müminin dünyadaki bu korkusu, onu kıyamet gününün korkusundan ve cehennemdeki ebedi korku ve dehşetten kurtaracaktır. Bir ayette şöyle buyrulmaktadır:
... Artık bunların ecirleri Rableri Katındadır, onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır. (Bakara Suresi, 274)
Allah'ın tehdidinden ve azabından korkan müminler, O'nun emir ve hükümlerine son derece titizlikle uydukları için, Allah'ın beğendiği üstün bir ahlaka sahip olurlar. Mütevazi, hoşgörülü, ince düşünceli, fedakar, aklı ve şuuru açık, Allah'ın yaratmasındaki üstünlükleri en güzel biçimde takdir edebilen, yüksek bilince ve büyük bir duyarlılığa sahip ideal bir yapı geliştirirler. Kısaca Allah korkusu müminleri ruhen zenginleştiren, onları cennete layık bir duyarlılığa eriştiren, son derece ince hikmetlerle donatılmış asil bir duygudur; ebedi mükafat ve mutluluğun anahtarıdır.
Allah'ın Yüce Makamından Korkarlar
Allah'ı Kuran'da tanıtıldığı gibi tanıyan ve samimi olarak O'nun sıfatları hakkında düşünen bir mümin en başta Allah'ın bizzat Kendisi'nden, üstün ve şerefli makamından içi ürpererek korkmaya başlar. Allah'ın heybet ve azametinden, sonsuz kudret ve üstünlüğünden ötürü, O'nun zatına karşı son derece saygı ve hayranlık dolu bir korku besler. Bu korku, Allah'ın üstün ve yüce makamının bilincinde olan müminin kalbinde doğal olarak oluşan bir korkudur. Bu korkunun derecesi kişinin imanının ve tefekkürünün derinliği derecesinde artar. Bu saygı dolu korku Kuran'da "haşyet" olarak da tanımlanır.
Allah sonsuz güç sahibidir, sonsuz bir ilme ve sonsuz bir akla sahiptir, dilediğini dilediği gibi yapar; Kendisi yaptığından sorulmaz, fakat O, insanları yaptıklarından sorguya çekecektir. Rabbimiz alemlerden müstağnidir, hiç kimseye ihtiyacı yoktur, fakat tüm varlıklar O'na muhtaçtır. Herkesi ve herşeyi yoktan var eden ve her an varlıkta tutan Allah'tır; herşeyin ve herkesin sahibi O'dur, dilerse herkesi yok edip yerine başkalarını yaratabilir. Hiçbir şeyi unutmaz; Allah bir şeyi diledi mi ona "ol" der ve olur, O'na hiçbir şey güç gelmez. Tüm bu sonsuz üstünlüklerin sahibi olan Allah'a karşı değil isyankar bir tavır almak, O'nu unutarak bir an geçirmek bile şuurlu bir insanın cesaret edebileceği bir şey değildir.
Allah'ı Kuran'da tanıtıldığı gibi tanıyan ve O'nun kudretini gereği gibi takdir eden bir insan Allah'tan saygıyla sakınır ve O'nun azametinden korkuya kapılır. Mümin Allah'ın büyüklüğünü, azametini, kudretini bildiği gibi "İntikam alan", "Kahreden", "Azap veren", "Zillete düşüren" sıfatlarını da bilir. Allah'ın rızasına ters düşen bir tavır ya da konuşmanın karşılıksız kalmayacağını bilir. Allah'ın her an herşeyden haberdar olduğunu, her yeri sarıp kuşattığını, kendisine şah damarından yakın olduğunu bilerek hareket eder.
İşte Allah müminin bu güzel tavrına karşılık onu dünyada ve ahirette ebediyen rahmeti, rızası ve cennetiyle ödüllendirir:
Rabbin makamından korkan kimse için ise iki cennet vardır. (Rahman Suresi, 46)
Elbette ki Allah'ı hakkıyla takdir edebilmek için Kuran ayetlerini çok iyi bilmek gerektiği gibi, O'nun dış dünyadaki ayetlerini -delillerini- de iyi bilip tanımak şarttır. En küçük bir atomdan ya da bir canlı hücresinden dev yıldızlara hatta galaksilere kadar Allah'ın sayısız yaratılış delilleri hakkında detaylı bilgi sahibi olmak insanın Allah korkusunu artırır. Çünkü bunları bilmek kişinin, Allah'ın yarattığı şeylerde tecelli eden sonsuz aklına, gücüne, ilmine çok daha yakından şahit olmasını, Allah'ın kudretini, diğer insanlara göre, çok daha fazla takdir edebilmesini sağlar. Bu da O'na karşı duyduğu korku ve haşyetin kat kat artmasına vesile olur. İşte Allah bu sırrı bir ayetinde şöyle açıklar:
... Kulları içinde ise Allah'tan ancak alim olanlar 'içleri titreyerek-korkar'. Şüphesiz Allah, üstün ve güçlü olandır, bağışlayandır. (Fatır Suresi, 28)
Allah'ın Tehdidinden Korkarlar
Allah bir ayetinde müminin, Kendi makamından korktuğu gibi, tehdidinden de korktuğunu belirtir:
... İşte bu, makamımdan korkana ve tehdidimden korkana ait (bir ayrıcalıktır). (İbrahim Suresi, 14)
Allah'ın tehdidi, Rabbimize iman ve itaat etmeyen, O'nun rızasını gözetmeyen, emir ve yasaklarını tanımayanlar için vaat ettiği maddi, manevi sonsuz bir azaptır. Bunun yeri de cehennemdir. Mümin, bu dünyada hiç kimsenin Allah'ın azabından emin olamayacağını çok iyi bilir. Bu yüzden Allah'ın, inkarcılara vaat ettiği cehennemdeki dayanılmaz ve sonsuz azaba düşmekten korkar. Müminlerin bu ruh hali Kuran'da şöyle tarif edilir:
Onlar, din gününü tasdik etmektedirler. Rablerinin azabına karşı (daimi) bir korku duymaktadırlar. Şüphesiz Rablerinin azabından emin olunamaz. (Mearic Suresi, 26-28)
Allah'tan içleri titreyerek korkan müminler, Kuran'ı okurken cehennemle ilgili ayetlerin hepsini tek tek kendi nefisleri üzerinde düşünürler. Zira Kuran ayetlerinde, Allah'ın sürekli müminlere hitab eden uyarıp korkutmaları yer alır; inkarcılar ise zaten Allah'ın kitabını okumazlar, okusalar da gereği gibi kavrayamazlar. Dolayısıyla müminler, bu ayetlerin Allah'ın mümin kullarını uyarmak ve onları cehennemden sakındırmak için olduğunu düşünürler. Çünkü, Kuran'dan öğüt alabilecek ve Allah'ın azabından korkup sakınabilecek yalnızca kendileridir. Bundan dolayı da diğer insanları değil, Kuran'da övülen takva sahibi müminleri ve üstün ahlak sahibi peygamberleri kendilerine örnek alırlar. İşte bunun doğal bir sonucu olarak "cehennem ayetleri diğer insanları ilgilendiriyor, ben ise müminim" gibi kendinden emin bir ruh hali içine girmezler. Elbette imanlarından dolayı Allah'tan daima kurtuluşu ve rahmetini umarlar. Ancak bu, "… Rablerine korku ve umutla dua ederler…" (Secde Suresi, 16) ayetinde dikkat çekildiği gibi yine korkuyla karışık bir ümittir.
Allah Kuran'da insanları cehennemden sakındırmak için pek çok uyarı ve hatırlatmada bulunmuştur. Belki korkup sakınırlar diye inkarcıları ahirette karşılaşacakları azapla tehdit etmiştir. Bu Kuran'da şöyle vurgulanır:
... Gerçekten hüsrana uğrayanlar, kıyamet günü hem kendilerini, hem yakınlarını hüsrana uğratanlardır. Haberiniz olsun; bu apaçık olan hüsranın kendisidir." Onların üstlerinde ateşten tabakalar, altlarında da tabakalar vardır. İşte Allah, Kendi kullarını bununla tehdit edip-korkutuyor. Ey kullarım öyleyse Benden sakının. (Zümer Suresi, 15-16)
Gerçek şu ki Allah insanları gerek ayetleriyle, gerek elçileri aracılığıyla, gerekse yaşadıkları olaylarla Kendisi'nden sakındırır. Onlara çağrıda bulunur, azabıyla korkutur. Ama bu uyarılar "... Biz onları korkutuyoruz. Fakat (bu) onlarda büyük bir azgınlıktan başka birşey artırmıyor." (İsra Suresi, 60) ayetinin bir tecellisi olarak inkarda diretenlere bir fayda sağlamadığı gibi, kaçışlarını daha da artırır. Ve o zaman da yalanladıkları azap üzerlerine hak olur. Allah ayetlerde şöyle buyurmaktadır:
Sen buna müstahaksın, dahasına müstahaksın. Yine müstahaksın, dahasına da müstahaksın. İnsan, 'kendi başına ve sorumsuz' bırakılacağını mı sanıyor? (Kıyamet Suresi, 34-36)
Dünyada bulundukları süre içinde Allah korkusundan uzak yaşayan ve Allah'ın azabını yalanlayanlar, hesaba çekildikten sonra kitaplarını sol yanlarından alırlar ve bu an artık haklarında hükmün verildiği ve sonsuz azaba mahkum oldukları andır. Bölük bölük cehenneme sevk başlar. Daha ulaşmadan başlarına geleceklerin korkusu tüm benliklerini kaplar. Psikolojik olarak tamamen çökmüş durumdadırlar. Sürüklenerek cehennemin kapısına varırlar. O anı Allah ayetlerinde şöyle bildirir:
İnkar edenler, cehenneme bölük bölük sevk edildiler. Sonunda oraya geldikleri zaman, kapıları açıldı ve onlara (cehennemin) bekçileri dedi ki: "Size Rabbinizin ayetlerini okuyan ve bugünle karşılaşacağınızı (söyleyip) sizi uyaran elçiler gelmedi mi?" Onlar: "Evet." dediler. Ancak azap kelimesi kafirlerin üzerine hak oldu. Dediler ki: "İçinde ebedi kalıcılar olarak cehennemin kapılarından (içeri) girin. Büyüklüğe kapılanların konaklama yeri ne kötüdür." (Zümer Suresi, 71-72)
Bu şekilde bir daha asla çıkmamak üzere cehennemin kapılarından içeri girerler. Cehennemin kapıları üzerlerine kapatılır ve kilitlenir. Hiçbir kaçış imkanı yoktur. Artık bedenleri ve ruhları sonsuza kadar dayanılmaz acılar içinde kıvranacaktır. Ama uğrayacakları azapların hiçbiri onları öldürmeyecektir. Her seferinde derileri yenilenecek ve onlar işlerinin bitirilmesini isteyecek ama kendilerine şöyle cevap verilecektir:
(Cehennem bekçisine:) "Ey Malik (bekçi), Rabbin bizim işimizi bitirsin" diye haykırdılar. O: "Gerçek şu ki siz, (burada) kalacak kimselersiniz" dedi. (Zuhruf Suresi, 77)
Cehennemdeki azapların farklı çeşitleri vardır. Bunların her biri insanın hayal gücünün ötesindedir. İnkarcı cehennemin odunu olur (Cin Suresi, 15), ateşin üstünde tutulup mum gibi eritilir, yüzü ateşte evrilip çevrilir, elleri bağlı olarak ateşin dar yerine atılır, haşlanır, dağlanır, bu haldeyken demirden kamçılarla kırbaçlanır, katrandan elbiseler giyer, ateşten yataklara yatırılır, üstüne ateşten örtüler örtülür, darı dikeni ve zehirli zakkum yer, kan ve irin içer, başından aşağı kaynar su dökülür, içirilen kaynar su bağırsaklarını parça parça koparır, ateş yüzünü yalar, dişleri sırıtır halde kalır, nefes alıp vermesi bile kahır doludur. Bütün bunlar bir daha son bulmayacak olan fiziksel azabın sadece bir parçasıdırlar.
Cehennem ehli fiziksel olduğu gibi psikolojik olarak da acı çeker. Çaresizlik, ümitsizlik, pişmanlık, aşağılanma, rezil olma, küçük düşme, horlanma, öfke, kin ve çekişme duygularının karışımı sonucunda yaşadıkları azap da bir yandan kendilerini yer bitirir. Onca kalabalığın arasında herkes yalnızdır ve birbirine düşmandır. Sürekli birbirlerini lanetlerler. Çığlıklar, haykırışlar, yalvarmalar, kahır dolu inlemeler birbirine karışır.
Ancak şunu unutmayın: Cehennemde bu azapları yaşayanlar başka yaratıklar değildir. Dünyada sokaktan geçerken gördüğünüz, bir kısmını tanıdığınız bildiğiniz insanlardır. Hiçbir şey değişmemiştir, tümü aynı şuur açıklığında insanlardır. Belki de hiç ummadıkları bir anda ölüm melekleri canlarını almış ve kendilerini yaptıklarının karşılığını öderken bulmuşlardır. Allah'ın yarattıkları arasında, Allah'ın bu büyük tehdidinin şuurunda olup sürekli korku ve ümit içinde yaşayanlar ise yalnızca müminlerdir:
Onlar: "Rabbimiz, cehennem azabını bizden geri çevir; gerçekten, onun azabı ödenmesi kaçınılmaz bir borç (veya sürekli bir acıdır) derler. (Furkan Suresi, 65)
Allah'ın Rızasını ve Sevgisini Kaybetmekten Korkarlar
İçli ve derin bir Allah sevgisine sahip olan müminler bu sevgiyi besleyen en önemli duygunun yine içli, derin ve saygı dolu bir korku olduğunu gayet iyi bilirler. Allah sevgisinin tarifsiz manevi hazzını tadan müminler, Allah'a karşı bir hata ya da kusur işleyerek en çok sevdikleri varlığın sevgisini ve hoşnutluğunu, dostluğunu kaybetmekten çok korkarlar.
Allah korkusu aynı zamanda Allah sevgisinin de kaynağıdır. Çünkü Allah sevgisi ancak Allah'a yakınlaşmakla, Allah'la içli ve samimi bir bağlantı içine girmekle gerçekleşir. Allah'a yakınlaşmak ise O'nun sevgi ve rızasını kazanmakla, yani O'nun sınırlarını korumakla ve O'nun emirlerini yerine getirmekle mümkündür. Bu ise Allah korkusu olmadan elde edilebilecek bir durum değildir. Çünkü Allah'tan korkmayan bir insanın nefsi, onu sürekli olarak Allah'ın razı olmadığı şeyleri yapmaya, razı olacağı şeylerde ise ihmal ve gevşeklik göstermeye sürükler. Bu yüzden Allah rızasını kazanmanın yegane yolu Allah korkusudur. Bu, Allah'ın koyduğu bir kanundur. O halde Allah'tan gereği gibi korkmadan O'nun sevgisini ve rızasını kazanacağını sanmak büyük bir cahillik ve aldanış olacaktır.
Herşeyden önce Allah Kendisi'nden korkmalarını insanlara emretmiştir. Bu yüzden, Allah'ın bu emrini göz ardı edip, yalnızca Allah'ı sevmenin yeterli olduğunu söylemenin hiçbir mantığı olamaz. Allah'tan korkmadığı halde O'nu sevdiğini söyleyen bir kimse gerçekte kendini kandırmaktan, vicdanını rahatlatmaya çalışmaktan başka bir şey yapmaz. Allah sevgisi dediği şey, kendi ilkel ve yüzeysel bakış açısıyla kafasında kurduğu bir sevgi türüdür. Gerçek Allah sevgisiyle hiçbir ilgisi yoktur. Allah'ı gerçekten çok seven bir insan O'nun emirlerine uyma konusunda son derece titiz ve kararlı olur. Allah Kendisi'nden korkulmasını emrederken, bunun gerekli olmadığını savunan bir insan, ancak kendisini aldatabilir. Üstelik bu akılsızca iddianın "oruca, namaza, ibadete gerek yoktur" demekten hiçbir farkı bulunmamaktadır. Böyleleri, sadece Allah korkusu konusunda değil, Allah'ın birçok emrini uygulamamak için de çeşitli bahanelere başvururlar.
Allah'ın Dünyada da Karşılık Verebileceğini Bilirler
Kuran'da, Allah'ın kimi insanları işledikleri suçlar nedeniyle cezalandırmasıyla ilgili pek çok örnek aktarılmıştır. Allah kendilerine birçok fırsat verdiği halde inkarda direnen insanlar, yaptıklarının karşılığını daha dünyadayken almışlar ve insanların gözleri önünde ibret kılınmışlardır.
Bu ibret kılınma, kendisine Allah büyük bir mülk ve hazine verdiği için şımaran ve büyüklüğe kapılan Karun'un kıssasında özellikle vurgulanır. İnsanlar önce güç sahibi sandıkları Karun'a büyük bir hayranlık duymuşlar ama sonra Allah'a karşı korkusuzca büyüklenmesinden dolayı uğradığı sonu görünce gerçeği anlamışlardır. Karun azgınlığının karşılığını kimsenin hiç ummadığı bir zamanda, görülmemiş bir şekilde almış ve insanlara büyük bir ibret olmuştur:
Böylelikle kendi ihtişamlı-süsü içinde kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını istemekte olanlar: "Ah keşke, Karun'a verilenin bir benzeri bizim de olsaydı. Gerçekten o, büyük bir pay sahibidir" dediler. (Kasas Suresi, 79)
Sonunda onu da, konağını da yerin dibine geçirdik. Böylece Allah'a karşı ona yardım edecek bir topluluğu olmadı. Ve o, kendi kendine yardım edebileceklerden de değildi.Dün, onun yerinde olmayı dileyenler, sabahladıklarında: "Vay, demek ki Allah, kullarından dilediğinin rızkını genişletip-yaymakta ve kısıp-daraltmaktadır. Eğer Allah, bize lütfetmiş olmasaydı, bizi de şüphesiz batırırdı. Vay, demek gerçekten inkar edenler felah bulamaz" demeye başladılar. (Kasas Suresi, 81-82)
Kuran'ın genelinde vurgulanan ve Karun kıssasında da özel olarak dikkat çekilen nokta, Allah'ın nice görkemli, güç sahibi toplulukları dünyada azaplandırması ve bununla insanlara Allah'ın azabından kendilerini koruyamayacaklarını göstermesidir. Bu gerçek başka birçok ayette bildirilmiştir:
Yeryüzünde gezip dolaşmıyorlar mı? Böylece kendilerinden öncekilerin nasıl bir sona uğradıklarını görsünler. Onlar, güç bakımından kendilerinden daha üstün idiler... (Rum Suresi, 9)
... Bilmez mi ki gerçekten Allah, kendisinden önceki nesillerden kuvvet bakımından kendisinden daha güçlü ve insan-sayısı bakımından daha çok olan kimseleri yıkıma uğratmıştır... (Kasas Suresi, 78)
Onlardan önce nice insan nesillerini yıkıma uğrattık, onlar mal bakımından da, gösteriş bakımından da daha güzeldiler. (Meryem Suresi, 74)
Mümini diğer insanlardan farklı kılan şey tüm bunların şuurunda olup Allah'tan içi titreyerek korkması ve sakınarak hareket etmesidir. Bir hata ya da günah işlediğinde Allah'ın o anda bunun karşılığını vermeyeceğinden emin olamayacağı için hemen Allah'a yönelip tevbe eder, Allah'tan bağışlanma diler ve pişmanlığını dile getirir.
Mümin, Allah'tan çok korkar ama bununla birlikte Allah'ın sonsuz merhametine de güvenir. Bu, sadece ahireti düşünmenin getirmiş olduğu bir duyarlılıktır.
Allah Kuran'da bunun tam tersinden yani kendilerine azabın geldiğini gördükleri halde hiç üstlerine kondurmayan ve aynı tavırlarını devam ettiren insanların durumundan şöyle bahseder:
Derken, onu (azabı) vadilerine doğru yönelerek gelen bir bulut şeklinde gördükleri zaman, "Bu bize yağmur yağdıracak bir buluttur" dediler. Hayır, o kendisi için acele ettiğiniz şeydir. Bir rüzgar, onda acı bir azab vardır.Rabbinin emriyle herşeyi yerle bir eder. Böylece meskenlerinden başka, hiçbir şey(leri) görünemez duruma düştüler. İşte Biz, suçlu-günahkar bir kavmi böyle cezalandırırız. (Ahkaf Suresi, 24-25)
Sonuç olarak Kuran'a baktığımızda görüyoruz ki yapılan hiçbir kötülük ve günah -tevbe edilip vazgeçilmediği sürece- Allah'ın yüce adaletinin gereği, karşılıksız kalmamaktadır. Ama bu karşılık, kimi zaman dünyada insanlara erişmekte, kimi zaman da hesap gününde ortaya çıkmaktadır. Nankörlük edip de yaptıklarından vazgeçmeyenler Allah'ın kendilerini bir anda yakalayabilecek azabından asla güvende olmamalıdırlar. Bu durum Kuran'da şöyle bildirilmiştir:
Kara tarafında sizi yerin dibine geçirmeyeceğinden veya üzerinize taş yığınları yüklü bir kasırga göndermeyeceğinden emin misiniz? Sonra kendinize bir vekil bulamazsınız. Veya sizi bir kere daha ona (denize) gönderip üzerinize kırıp geçiren bir fırtına salarak nankörlük etmeniz nedeniyle sizi batırmasına karşı emin misiniz? Sonra onun öcünü Bize karşı alacak (kimseyi de) bulamazsınız. (İsra Suresi, 68-69)
Bir insan sorumsuzca bir yaşam süremez. Çünkü insan başıboş değildir. Allah'a karşı sorumludur. Bunu reddederse çok şiddetli bir karşılık görür. Tüm güç Allah'ın elindeyken böyle bir cürette bulunmak o kişinin Allah'ın kadrini hakkıyla takdir edememesinden başka bir şey değildir. Çünkü Allah dilese o anda kişiden tüm nimetlerini çekip alabilir. Allah ayetlerinde insanlara, ellerindeki her türlü nimetin bir anda alınabileceğini şöyle hatırlatmıştır:
Eğer dilemiş olsaydık, gözlerinin üstüne bastırır-kör ederdik, böylece yola dökülüp-koşuşurlardı. Fakat nasıl göreceklerdi ki?Eğer dilemiş olsaydık, oldukları yerde (en görkemli çağlarında) onları bir başka kalıba sokardık; böylece ne ileri gitmeye, ne geri dönmeye güç yetirebilirlerdi. (Yasin Suresi, 66-67)
Gerçek budur, insan sahip olduğu herşeyi, aldığı her nefesi, yaşadığı her anı Allah'a borçludur. İşte müminler bu gerçeklerin farkında olduklarından, Allah'tan, Allah'ın sınırlarını aşmaktan daimi bir korku duyarlar.
*-*-* Ölüme Hazırlıksız Yakalanmaktan Korkarlar *-*-*
İnsan ölümlü bir varlıktır. Ancak ortalama 60 sene gibi kısa bir süre dünyada kalacaktır. Bundan sonra ise kendisi için sonsuz bir hayat başlayacaktır. Bu sonsuz hayatı, ya nimetlerle donatılmış cennetler içinde ya da insanın ruhuna ve bedenine acı vermek için özel olarak yaratılmış bir azap mekanı olan cehennemin içinde sürüp gidecektir. Allah dilediği an insanın dünyadaki yaşamına son verip, ahirete geçirebilir. Emin olun ki bu geçiş, bir göz açıp kapaması kadar çabuk gerçekleşecektir.

İnsan öleceği, imtihanının son bulacağı ve hakkında kesin hüküm verileceği zamanı bilemez. Bu yüzden bu an geldiğinde hazırlıksız yakalanmaktan, hesabını veremeyeceği, ihmal ettiği, ertelediği, gevşek tuttuğu konuların olmasından çok korkup sakınması gereklidir. Çünkü ölüm melekleri geldiklerinde artık eksiklerini tamamlama, yapması gerekenleri telafi etme gibi bir imkan olmayacaktır. O ana kadar yapıp ettikleri yanına kar ya da zarar olarak kalacak ve bunlardan hesaba çekilerek hakkında hüküm verilecektir.

Ölüm geriye dönüşü olmayan bir gerçektir. Kişiye, "öğüt alıp düşünen bir kimsenin öğüt alabileceği kadar" (Fatır Suresi, 37) süre tanınmıştır. Ölüm geldiği anda bu süre tamamlanmıştır. Kişi ne kadar yalvarıp yakarsa da kendisine bir fırsat daha tanınmaz. Allah'a karşı yerine getirmediği sorumluluklarını yerine getirmesi için ek bir süre verilmez. Allah, böyle bir gaflete ve ihmalkarlığa düşmemeleri için müminleri şöyle uyarmıştır:

Sizden birinize ölüm gelip de: "Rabbim, beni yakın bir süreye kadar geciktirsen ben de böylece sadaka versem ve salihlerden olsam" demezden önce, size rızık olarak verdiklerimizden infak edin. Oysa Allah, kendi eceli gelmiş bulunan hiçbir kimseyi kesinlikle ertelemez. Allah, yaptıklarınızdan haberdârdır. (Münafikun Suresi, 10-11)

İnsan, hiçbir zaman kendini ve yaptıklarını yeterli görmemeli, ölümün her an gerçekleşebileceğinin bilincinde olarak, geri dönüşü olmayan bir sona hazırlıksız yakalanmaktan korkmalı, her anını Allah'ın sınırlarını en fazla gözetmeye çalışarak geçirmelidir.

Hesap Gününden Korkarlar

İman etmekte olanların Allah'a ve kıyamet gününe karşı besledikleri korku ayette şöyle tarif edilmektedir:

Onlar, Rablerine karşı gayb ile (O'nu görmedikleri halde) bir haşyet içindedirler ve onlar, kıyamet saatinden 'içleri titremekte olanlardır.' (Enbiya Suresi, 49)

Bir başka ayette de, iman edenlerin hesap gününe karşı içlerinde taşıdıkları korkudan şöyle bahsedilir:

(Öyle) Adamlar ki, ne ticaret, ne alış-veriş onları Allah'ı zikretmekten, dosdoğru namazı kılmaktan ve zekatı vermekten 'tutkuya kaptırıp alıkoymaz'; onlar, kalplerin ve gözlerin inkılaba uğrayacağı (dehşetten allak bullak olacağı) günden korkarlar. (Nur Suresi, 37)

Allah korkusundan uzak yaşayan insanların yaşamları boyunca göz ardı ettikleri, müminlerin ise sakınarak hareket ettikleri hesap anı geldiğinde, kişinin dünyada yaptıkları birer birer kendisine gösterilecektir. Dünyada bulunduğu süre içinde her yaptığı, her niyeti gözler önüne serilecektir. Üstelik en ufak bir ayrıntı bile unutulmadan...

O gün insanlar, amelleri kendilerine gösterilsin diye, bölük bölük fırlayıp-çıkarlar. Artık kim zerre ağırlığınca hayır işlerse, onu görür. Artık kim zerre ağırlığınca bir şer (kötülük) işlerse, onu görür. (Zelzele Suresi, 6-8)

İşte o anda, Allah'tan korkup sakınmadan sorumsuzca bir ömür sürenler, başlarına gelecekleri anlamışlardır. Korku ve pişmanlıktan ölmeyi, yok olmayı isterler. Yaşadıkları yıkım ayetlerde şöyle anlatılır:

Kitabı sol eline verilen ise; o da, der ki: "Bana keşke kitabım verilmeseydi. Hesabımı hiç bilmeseydim. Keşke o (ölüm herşeyi) kesip bitirseydi. Malım bana hiçbir yarar sağlayamadı. Güç ve kudretim yok olup gitti." (Hakka Suresi, 25-29)

Kimin de kitabı ardından verilirse, o da, helak (yok olmay)ı çağıracak. Çılgın alevli ateşe girecek. Çünkü o, (dünyada) kendi yakınları arasında sevinçliydi. Doğrusu o, (Rabbine) bir daha dönmeyeceğini sanmıştı. Hayır; gerçekten Rabbi, kendisini çok iyi görendi. (İnşikak Suresi, 10-15)

Bundan sonra artık kişinin kitabındaki amelleri Allah'ın hesap günü için hazırladığı hassas terazilerde tartılacaktır. Ve zerre kadar bile haksızlığa uğratılmayacaktır. İşte o an kişi eğer sakınanlardan değilse tartısı hafif gelecek ve tutuklanıp zincire vurularak ait olduğu yere götürülecektir. Kimse kimseye yardım edemeyeceği gibi kişinin kendisine de bir faydası olamayacaktır. Çaresizliğin acısı bütün benliğini kaplayacaktır.

Kimin tartıları hafif kalırsa, artık onun da anası (son durağı) "haviye"dir (uçurum). Onun ne olduğunu (mahiyetini) sana bildiren nedir? O, kızgın bir ateştir. (Kaaria Suresi, 8-11)

Dünyada korkusuzca bir yaşam süren kişinin Allah'a karşı işlediği tüm suçlar tek tek ortaya dökülür. Sadece yaptıkları değil, kalbinden geçirdiği tüm kötülükler de. O an içinde bulunduğu utanç tarifsiz bir utançtır. Hiçbir şeyi inkar edemez. O inkar etmeye kalksa işitme, görme duyuları ve derileri Allah dilediği için dile gelip konuşur, aleyhine şahitlik ederler.

İşte iman edenlerin her an şuurlarını açık tutan, onları sakındıran ve titizliklerini artıran korku böyle bir günün korkusudur. Bilirler ki Allah'ın, "O inkar edenler Müslüman olmayı nice kereler dileyecekler" (Hicr Suresi, 2) ayeti o gün tecelli edecektir.

Şu anda da imtihan devam etmektedir ve az önce yukarıda tasvir edilen ortamda tartıya getirilecek olanlar içine, şu an yaşadıklarımız da dahil olacaktır. Bu yüzden insanın dünyada bulunduğu süre içinde hesabını veremeyeceği herşeyden sakınması gereklidir. Zaten akıl sahibi bir insan için bunun aksi mümkün değildir. Allah her yeri ve herşeyi sarıp kuşatmışken ve insana şah damarından daha yakınken, görevli melekler de en küçük ayrıntıyı dahi atlamadan kaydederlerken insanın geçici ve değersiz dünyevi konularla kendini meşgul etmesi ve hesap gününü unutması olabilecek en büyük gaflettir.

İnsan sabah gözünü açtığı andan itibaren Allah kendisine yeni bir gün, yeni bir fırsat daha yaratmış demektir. Kişi hemen Allah'a hesap vereceği anı hatırlayıp, güne samimi bir niyetle başlamalıdır. Niyeti ise, Allah'ın razı olmayacağı ve kendisinin de hesabını veremeyeceği herşeyden uzak durup sakınarak, hareket etmek olmalıdır. Unutmamak gerekir ki o an geldiğinde tutuklanarak sonsuz azaba yollanacak olanlar, "keşke" diyecek olan insanlardır.


Ey insanlar, Rabbinizden korkup-sakının ve öyle bir günün azabından çekinip-korkun ki, (o gün hiç) bir baba, çocuğu için bir karşılık veremez ve (hiç) bir çocuk da babası için bir şeyi verebilecek (durumda) değildir. Şüphesiz Allah'ın va'di haktır. Artık dünya hayatı sizi aldatmaya sürüklemesin ve aldatıcı(lar) da sizi Allah ile aldatmasın. (Lokman Suresi, 33)