Şeyh Sa’dî Şirâzî bir eserinde şöyle bildirdi:
Eski sultanlardan biri, Hızır aleyhisselâm’ın ölü veya diri olduğuna dâir delil istedi. Bu yüzden vezirini çağırıp ona; “Hızır aleyhisselâm diri midir?” diye sordu. Vezir, diri olduğunu söyleyince sultan; “Onu davet et gelsin” dedi. Bunun üzerine Vezir; “Onun nerede olduğu bilinmez ve aramakla bulunmaz” dedi. Sultan bulunması için çok ısrar edince, vezir; “Bu iş benimle olmaz. Zirâ bizden çeşit çeşit zulümler zâhir olmaktadır. Bunun için, onun bizimle görüşmesi mümkün değildir. Onu bulmasını Şeyhülislâm’dan iste. Bu iş için o daha münâsiptir. Bulursa ancak o bulur.” dedi. Sultan, Şeyhülislâm’ı huzûruna davet ederek, Hızır aleyhisselâm’ı bulmasını istedi. Şeyhülislâm bulamıyacağını söyleyince, sultan çok ısrar etti. Bunun üzerine Şeyhülislâm sultandan bir süre tanımasını istedi. Bu arada fakir bir zât Şeyhülislâm’ın huzûruna gidip; “Hızır aleyhisselâm’ı arıyormuşsunuz. Beni pâdişâhla buluşturun. Ben onu bulurum.” dedi. Şeyhülislâm, o fakir zâtı sultânın huzûruna götürdü ve “Bu kişi Hızır aleyhisiselâm’ı bulacak.” dedi. Sultan ona; “Hızır aleyhisselâm’ı ne zaman getireceksin?” diye sorunca, o şahıs; “Bu iş için zamana ihtiyaç vardır. Bana kırk gün müsâade et. Bu arada yiyecek bir şeyler de tayin eyle. Hiçbir şeye ihtiyâcım kalmasın. Ben de bu arada ihlâs ile ibâdet edeyim.
Böyle olunca, Hızır aleyhisselâm’ı bulup size getirebilirim.” dedi. Sultan bu zâtın dediklerini kabul etti ve her gün kendi yiyeceklerinden belli bir miktarının onun evine gönderilmesini emretti. Bir miktar da kendisine verdi.
Eve gittiğinde, elindekileri hanımı görünce, onların ne olduğunu sordu. O da durumu hanımına anlatınca, hanımı; “Sen Hızır aleyhisselâm’ı tanıyor musun?” diye sordu. O zât tanımadığını söyledi. Bunun üzerine hanımı; “Kırk gün sonra nasıl bulup da sultâna götüreceksin?” diye sorunca, o zât; “Ben de bilmiyorum. Buna, ihtiyacımızdan dolayı mecbur oldum, fakat böyle yaptığıma pişmanım.” dedi. Aradan otuz dokuz gün geçip, kırkıncı gün olunca, sultan o zâta; “Yarın Hızır aleyhisselâm’ı getirsin.” diye haber gönderdi. Ertesi gün sultan iki süslü atı o zâtın evine gönderdi. O zât hayatından ümîdi keserek, güzelce bir abdest aldıktan sonra, iki rekat namaz kıldı. Allah-ü teâlâ’ya duâ etti ve Peygamber efendimiz s.a.v.’i vesile ederek kurtulmayı talep etti.
Sonra sultânın huzûruna gitti. Bu sırada o zâtın yanında masûm bir çocuk zâhir oldu ve sağ tarafında durdu. Sultan; “Hızır ne zaman gelecek?” dedi. Bunun üzerine o zât “Sultânım, ben hayâtımda hiç Hızır aleyhisselâm’ı görmedim. Fakat fakirliğimden dolayı bu yola başvurdum. Hızır zor durumda olan insanları kurtarır. Beni fakirlikten kurtardığın için bana göre Hızır sensin.” dedi ve sustu.
Sultan hiddetlenerek; “Fakirim deseydin, sana bir şeyler verirdik. Fakat sen Hızır aleyhisselâm’ı bulurum diyerek, kırk gündür bize niçin eziyet ettin?” dedikten sonra, başvezîre; “Şimdi buna ne ceza verelim?” diye sordu. Vezir sultâna; “Emîr ver, bunu parça parça etsinler ve her parçasını bir sokak başına assınlar. Böylece herkese ibret olur. Bundan böyle hiç kimse sultanın huzûrunda yalan söylemez.” dedi; O zâtın yanında duran masûm çocuk; “Her şey aslına dönecektir.” dedi. Sonra sultan, ikinci vezire; “Buna ne yapalım?” diye sordu, ikinci Vezîr, “Bunu bir dibeğe koyup, döve döve keşkek gibi yapalım. Sonra her sokak köşesine bir parça bırakalım. Böylece herkese ibret olur. Bundan böyle hiç kimse sultânın huzûrunda yalan söylemez.” dedi. Yine o masûm çocuk, önce söylediği gibi; “Her şey aslına dönecektir.” dedi. Bu sefer sultan, üçüncü vezire aynı soruyu sorunca, üçüncü vezir; “Başvezîr ve paşa karındaşlarımız güzel söylediler. O, böyle cezaya lâyıktır. Fakat bu şahsın ihtiyâcı çok olmasaydı, kendisini böyle bir tehlikeye atmazdı. Devletli sultânımıza yakışan af ile muâmeledir. Emîr ve ferman sultânımızındır.” dedi. Yine o masûm çocuk; “Her şey aslına dönecektir.” dedi.
Pâdişâh o zâta; “Bu çocuk senin neyin olur?” diye sorunca, o da; “Benim tanıdığım değildi!” Buraya geldiğim zaman, yanıma geldi durdu. Ben de sizin hizmetçiniz sandım.” dedi. Sultan ona; “Sen kimsin? Bunlar birbirine benzemeyen söz söyledikleri hâlde, sen üçüne de aynı cevâbı verdin.” dedi. O masûm çocuk; “Bu şahıs sana kimi getirecekti?” diye sorunca sultan; “Hızır aleyhisselâm’ı getirecekti.” dedi. Bunun üzerine çocuk; “Sultânım, senin bu baş vezirin bir kasabın oğludur. Halkı kırmaktan başka hiçbir işe yaramaz, ikinci vezirin bir ahçı oğludur. Bu da halkı dövmekten başka bir işe yaramaz. Üçüncü vezîr ise, bir vezirin oğludur. Aslına çekip dâima suçluları af eder ve ihsânda bulunur. İşte Hızır benim. Hızır’la buluşmaktan maksat nasihattir. Eğer benden nasihat istersen, sana nasihatim şudur: Baş vezirini bu görevden alıp, kasapbaşı yap. Varsın hayvanları kesmeğe devam etsin, ikinci vezirini bu görevden alıp, ahçıbaşı yap. Keşkek yapmaya devam etsin. Üçüncü vezirini de başvezir yap. Senden bir ricam daha var. Bu zâta tayin ettiğin şeyleri kesme.” dedikten sonra kayboldu.
Sultan onu bulmalarını emretti. Aradılar fakat bulamadılar. Durumu o zâta sordular. O da; “Daha önce onu görmemiştim. Burada gördüm.” dedi. Sultan, Hızır aleyhisselâm’ın söylediklerini hemen yerine getirdi ve o zâta gönderdiği şeyleri de kesmedi.