ESSELAMU ALEYKUM VE RAHMETULLAH, Hayırlı sabahlar kardeşlerim, Cumamız mübarek olsun, ALLAHU TEALA bugünü diğer dinlerde de mübarek kılmış ama o kavimler cumartesi ve pazar olarak değiştirmişler dir, ( Bu konu hakkında detaylı bilgi için Cuma Gününün Önemi etiketli paylaşımı okuyabilirsiniz.) bizim PEYGAMBERİMİZ HZ. MUHAMMED MUSTAFA S.A.V efendimiz ise RABBİMİZİN habibi olarak bugünü bizlere bayramınızdır diyerek RABBİMİZİN isteğini bize söylemiş, ve bu günün önemini ve faziletlerini bizlere sunmuştur... Ne mutlu müslümanım diyene ! dularınız da bu aciz kulu da unutmayın dostlarım...
27 Ocak 2012 Cuma
Hayırlı Cumalar
ESSELAMU ALEYKUM VE RAHMETULLAH, Hayırlı sabahlar kardeşlerim, Cumamız mübarek olsun, ALLAHU TEALA bugünü diğer dinlerde de mübarek kılmış ama o kavimler cumartesi ve pazar olarak değiştirmişler dir, ( Bu konu hakkında detaylı bilgi için Cuma Gününün Önemi etiketli paylaşımı okuyabilirsiniz.) bizim PEYGAMBERİMİZ HZ. MUHAMMED MUSTAFA S.A.V efendimiz ise RABBİMİZİN habibi olarak bugünü bizlere bayramınızdır diyerek RABBİMİZİN isteğini bize söylemiş, ve bu günün önemini ve faziletlerini bizlere sunmuştur... Ne mutlu müslümanım diyene ! dularınız da bu aciz kulu da unutmayın dostlarım...
23 Ocak 2012 Pazartesi
GÜNÜMÜZDE ÜMMETİN HELAKİNE SEBEP OLAN FİTNE "FAİZ"
Ümmeti Muhammed günümüzde içine düşüp teslim olduğu en büyük fitne Faiz batağıdır, Dünyanın egemen kapitalistleri "Para"nın sahtesini icat edip, Gazeteden ucuza basarak insanları köleleştirme yolunu sahte, para olmayan bu kağıt parçaları ile sağladılar, 18 yy. dan itibaren bu yolla dünyayı daha kolay köleleştirdiler.
(Para nedir ya Resulullah; Para tedavülden kalktığı zamanda değerini koruyan şeydir Hadis-i şerif)
Batıda kağıt paraların basılması ve kullanılması 17 nci yüzyılın sonlarına rastlamaktadır. İlk kağıt paranın 1690’lı yıllarda Amerika Birleşik Devletleri’nde Massechusetts Hükümeti, İngiltere'de ise "Goldsmiths" ler tarafından basıldığı ve dolaşıma çıkarıldığı, 1694 yılında İngiliz Merkez Bankası ve daha sonra diğer ülke merkez bankalarının kurulması ile de yaygınlaştığı görülmektedir. Önceleri hükümetlere merkez bankalarındaki kadar para basmasına müsaade edilirken, sonradan sanayi ve ticari gücü, sonraları askeri gücü olan ülkelerin parasının değerini koruduğunu, güçlü olmayan ülkelerin, ve de batının kurallarını kabul etmeyen ülkelerin parasının uluslar arası kabul edilmiyor. Çin bile parası yuan'ın 1990 lı yıllarda konvertibilite olmasını sağladı.
Yukarıdaki hadisi şerif günümüzden 14 asır önce paranın sahtesinin olacağını, bu konuda dikkatli olmamızı, para olmayan şeyleri para olarak kabul etmenin doğru olmadığını bize bildiriyor. Fakat çok şeyde olduğu gibi para konusunda da gerektiği gibi İslami emirlere uyamadık, sisteme sahip olamadık, güç küfrün eline geçtiğinde işte böyle kağıt parçaları ile kendimizi, dünyamızı bir avuç kapitaliste teslim ettik.
şimdi Dünyamızı bizlere zindan ediyorlar, Sahip oldukları güçleri tehlikeye düştüğünde, bizim karşı koyacak gücümüzü yok etmek için bizleri birbirimizle çarpıştırıp gücümüzü bitiriyor, üstüne üstlük silah satarak bu yolla da son imkanlarımızı elimizden alıyor. Günümüzün körfez ülkeleri bu konuda çok taze örnektir.
Bu saatten sonra ne yapılabilir? Mutlaka İslami hassasiyetleri bilip inadına yaşamak gerekiyor, kapitalist güçleri iflas ettirmek gerekiyor, Nasıl mı olacak? elbette ki öncelikle cemaat olacağız, öyle 1990 lı yıllarda kurulumu belli mihraklarca organize edilerek, sonra yapay yollarla iflas ettirilen Anadolu kaplanları gibi değil.
Gerçekten cemaat olmamız emrediliyor, birbirimizi öncelikle tanımamız, sevmemiz, birbirimiz için dertlenmemiz gerekiyor. Şu sıralar günde beş defa camiye gelip saflarda omuz omuza veren kişiler, kuru anlamsız bir selam dışında kimsenin kimsenin halinden haberi yok, genelde bu kuru selamda yok. Selam duadır, kişi kim için ne dua edeceğini bilmelidir. Bunun için komşusunun derdini bilmelidir, Komşusunu tanımayın derdini bilmesi mümkün müdür.
Konuyu burada kesip Faiz konulu bir forum yazıları sunuyorum:
---Sevgili kardeşim bence yapmamız gereken devlet bankalarının ve tüm kurumlarının normal ve gecikme faizlerini kaldırmaya yönelik bir hareket başlatmak olması daha iyi olmaz mı? Belki bu konu böyle iyi şeyler yapılmasına vesile olur.
---Ve aleykum selam kardeşim ALLAH c.c razı olsun verdiğiniz bilgiler için, hepsine aynen katılıyor ve tasdik ediyorum. İnşALLAH namerde muhtaç olmadan bütün problemlerimizi çözeriz Bizleri yaradana emanet olunuz.
---ve aleykümselam... selamünaleyküm...
Öncelikle Kredi Kartı ve Kullanımı ile ilgili hususlara değinelim inşaAllah.
1. KrediKartı henüz sizin olmayan parayı kullanma temeline dayanmaktadır.
Ve elimize geçmeyen para henüz bizim olmadığına göre , kendimize ait olmayan parayı kullanmamız uygun mudur?
2. Hadi bu parayı borç olarak alıp kullandığımızı varsayalım.
Geri ödeme süresi nedir ? 1 ay.
1 ay içinde ödeyeceğinize dair söz vermiş oluyor muyuz? Evet .
Ödeyemediğimizde alışveriş sözümüzü bozmuş oluyor muyuz ? Evet.
Ve biz ödeyemediğimizde banka faizi işletiyor mu ? Evet
Yani hem sözümüzü tutmamakla hem de faize bulaşmakla Rabbimizin emrine karşı geldik. Çifte ziyan...
3. Eskiden Kredi Kartı mı vardı ? Hayır
İnsanlar geçimini sürdürebiliyor muydu ? Evet
Kredi Kartı insanları harcama yönünden rahatlığa teşvik ediyor mu ? Evet
Alışverişe gidildiğinde zaruri ihtiyaç yanında fuzuli ihtiyacın alınmasına da vesile oluyor mu ? Evet
İsraf yaparak bir kez daha ziyandayız.
4. Kredi Kartı borcumuzu ödeyemediğimizi düşünelim .Faiz aldı başını gidiyor .
Borç birken bin oldu. Ailemizin nafakasını bankaya yatırır olduk mu ? Evet
Cenneti yaşamamız için verilen yuvalarımıza huzursuzluğu ve mutsuzluğu getirdik mi ? Evet
Aile yuvamızı koruyamadığımız için bir kez daha ziyandayız.
5. Bu kısmı yazmak bile istemiyorum ama ne yazık ki günümüz gerçekleri...
Ve Rabbim cümlemizi bu duruma düşmekten , bu duruma bulaşmaktan muhafaza etsin.
Kredi kartı borcu dağ gibi oldu . Ödememizin imkanı yok.
Ruhsal bunalıma girdik . Bir cinnet anında kendi canına mı kıyanı ararsınız , eşine çocuğuna kıyanı mı ?
Can aldık ... Ziyanların en büyüğü...
Yani Kredi kartı nerden bakarsak bakalım ...Koca bir ZİYAN...
Rabbim cümlemize , verdiği rızka kanaat etmeyi nasip etsin.
Amin.
Ve bizler faiz almazsak eğer bu sistem mutlaka değişecektir inşaAllah. Hayırlı günler.
18 Ocak 2012 Çarşamba
NAMAZ GÜNDE 5 ADET :)
Kul namaza durduğunda bütün günahları getirilir,
Başı ve omuzları üzerine konur, Ruku ve Secdeye gittikçe dökülür.
ALLAHIM C.C namazlarımızı, dualarımızı, tüm ibadetlerimizi kabulu makbul eylesin İNŞAALLAH...
Başı ve omuzları üzerine konur, Ruku ve Secdeye gittikçe dökülür.
ALLAHIM C.C namazlarımızı, dualarımızı, tüm ibadetlerimizi kabulu makbul eylesin İNŞAALLAH...
16 Ocak 2012 Pazartesi
A'LA SURESİ 6 / 7 *-* Hafıza Kuvvetlenmesi İçin Okunur
*Mâşaallah; ‘bunu Allah diledi de oldu’ demektir.
*Mâşaallah la kuvvete illa billah,
Bunu Allah diledi de oldu, Allah’tan başka bir kuvvet sahibi yoktur demektir.
* Maşallah, "Allah'ın dilediği" demektir. yani maşallah dediğimizde, bunu Allah dilemiş de olmuştur, bu kendiliğinden değildir, Allah'tandır demiş oluyoruz.
* Barekallah, "Allah mübarek etsin, hayırlı etsin" demek. Onun için maşallah ile barekallah kelimesinin beraber kullanılması tavsiye edilir. Maşallah diyerek rabbimizden olduğunu söylüyoruz. Ama rabbimizden gelen şey onun lütfundan değil, kahrından da olabilir. Daha sonra barekallah diyerek, hakkımızda hayırlı olmasını temenni ediyoruz.
13 Ocak 2012 Cuma
HZ. MUHAMMED'İN HAYATI
Hz. Muhammed 571 yılında Mekke şehrinde dünyaya geldi. Babasının adı ABDULLAH, annesinin adı AMİNE dir. Hz. Muhammed küçük yaşta önce babasını daha sonra da annesini kaybetti. Önce dedesi ABDÜLMUTTALİB, o da ölünce amcası EBU TALİB in yanında kaldı. Amcası ile beraber ticaretle uğraştı. Küçük yaşından itibaren çevresinde doğruluğu, güvenirliliği ile ün kazandı. Kendisi çevresindeki insanlar gibi putlara hiç ilgi duymuyor, sık sık HİRA dağına çıkıp yalnız kalıyordu.
Yine böyle bir zamanda Hira mağrasında düşünceler içerisinde iken vahiy meleği Cebrail ilk vahyi getirdi. (Yaradan Rabbi!nin adı ile oku!-Alak Süresi). Bu şekilde Hz.Muhammed'in peygamberlik süreci başlamış oldu. Hz. Muhammed'e ilk inanan Hz.Hatice, Hz.Ali, Hz.Ebu Bekir, ve Hz. Zeyd oldu. Ancak yeni gelen din (İslam) Mekkeliler tarafından hiç hoş karşılanmadı. Çünkü İslam dini kendi dinleri putperestlik ile hiç benzeşmiyordu. Atalarının dinine büyük bir bağlılık duyan Araplar Hz.Muhammed'e ve yeni dine şiddetle karşı geldiler. Bu karşı gelme zamanla Müslümanlara karşı şiddete dönüştü. Bunun üzerine Hz.Muhammed Müslümanlara hicret (göç) emrini verdi. 615 yılında Müslümanlar önce Habeşistan'a baskılar artınca da 622 yılında Mekke'yi terk ederek Medine şehrine hicret (göç) ettiler. Hicret 'ten sonra Medine İslamiyet'in merkezi durumuna geldi
Hz.Muhammed'in Ahsa Valisi El-Münzire gönderdiği mektup
BEDİR SAVAŞI (624)
Nedeni: Mekkelilere ait bir ticaret kervanı Müslümanlarca ele geçirilmek istenmişti. Bu şekilde Müslümanların Hicret esnasında Mekke'de bıraktıkları malların karşılığı alınacaktı. Bu durum iki tarafı karşı karşıya getirdi.
Sonuçları:
- Bedir savaşı Müslümanların kazandığı ilk askeri zaferdir.
- Müslümanların kendilerine olan güvenleri artmıştır.
- Şam ticaret yolu Müslümanların eline geçmiştir.
- Mekkeli esirlerden okuma-yazma bilenler 10 Müslüman'a okuma-yazma öğretme karşılığında serbest bırakıldılar.
UHUD SAVAŞI (625)
Nedenleri:
Mekkelilerin Bedir savaşının intikamını alma istekleri.
Mekkelilerin Medine şehrine doğru gelmeleri üzerine iki taraf Uhud dağı eteklerinde karşı karşıya geldiler. Savaşın başlangıcında Müslümanlar üstün iken Peygamber tarafından görevlendirilen okçuların yerlerini terk etmeleri savaşın kaybedilmesine yol açmıştır.
Sonuçları:
- Mekkeliler savaştan galip gelmelerine rağmen kesin bir sonuç elde edemediler.
- Okçuların yerlerini terk etmeleri savaşın kaybedilmesine yol açmıştı. Bu durum Peygamberin emirlerine uymanın ne kadar önemli olduğunu gösterdi.
HENDEK SAVAŞI(627)
Nedenleri:
- Uhud savaşından sonra Medine 'den çıkarılan Yahudilerin Mekkelileri sürekli kışkırtmaları.
- Mekkelilerin Müslümanlara kesin bir darbe vurma istekleri.
Kalabalık bir ordu ile harekete geçen Mekkelilere karşı Medine şehrinin savunulmasına karar verildi. Salman-ı Farisi adında bir İranlı Müslüman'ın önerisi ile şehrin etrafına hendekler kazıldı. Mekkeliler bu hendekleri aşamadılar ve bir sonuç alamadan geri döndüler.
Sonuçları
- Bu savaş Mekkelilerin Müslümanlar üzerine yaptıkları son saldırı olmuştur. Bundan sonra Müslümanlar saldırı, Mekkeliler savunma konumuna geçmiştir.
- Medine çevresindeki bir çok Arap kabilesi Müslüman olmuştur.
HUDEYBİYE BARIŞI(628)
628 yılında Müslümanlar Mekke'de bulunan Kabe'yi ziyaret etmek istediler.Mekkeliler bu durum karşısında tedirgin oldular ve ziyarete izin vermek istemediler. Bunu üzerine taraflar arasında Hudeybiye Antlaşması imzalandı.
- Her iki taraf istedikleri kabileler ile ittifak yapabilecekler. Ancak askeri yardım yapmayacaklardı.
- Müslümanlar o yıl Kabe'yi ziyaret etmeyecekler,ertesi yıl ziyaret yapacaklar.
- Müslüman olan Mekkeli gençler ailesinin izni olmadan Medine'ye alınmayacak, Mekke'ye sığınanlar ise geri verilmeyecekti.
- Barış on yıl süre ile geçerli olacaktı.
HAYBER'İN FETHİ (629)
Hayber'de yaşayan Yahudiler Müslümanlar aleyhine işler yapıyorlar, İslam'ı kötülüyorlardı. Bunun üzerine Buranın fethine karar verildi. Hayber kalesi Yahudilerden alındı.
ÖNEMİ : Hayber'in fethi ile Şam ticaret yolunun kontrolü Müslümanların eline geçmiş ve güvenliği sağlanmıştır.
MUTE SAVAŞI (629)
Müslümanlar ile Bizanslılar arasında yapılan ilk savaştır. Çok kalabalık olan Bizans ordusu karşısında Müslümanlar bir sonuç elde edemediler.
MEKKE'NİN FETHİ (630)
Mekkelilerin Hudeybiye Barışını bozmaları üzerine Mekke'nin fethine karar verildi. Mekke şehri hiçbir karşı koyma görmeden kısa sürede ele geçirildi. Mekke'nin fethi ile Arap yarımadasının tamamı kısa sürede Müslümanların kontrolüne girdi.
HUNEYN SAVAŞI (631)
Mekke'nin fethinden sonra İslam'ı benimsemeyen Arap kabileleri Mekke'nin dışında toplandılar. Müslümanlar ve Putperest Arap kabileleri arasında yapılan bu savaşı Müslümanlar kazandı ve ardından Ta'if şehri de kuşatıldı ancak alınamadı. Bir süre sonra Ta'if halkı kendi istekleri ile Müslüman oldular.
TEBÜK SEFERİ (631)
Bizans İmparatoru Heraklius'un büyük bir ordu ile Arabistan'a geldiği haberi üzerine Hz. Muhammed Tebük' e doğru sefere çıktı. Ancak haberin doğru olmadığı anlaşıldı. Tebük Seferi Hz. Muhammed'in son seferi olmuştur.
Hz.Muhammed son bir kez Mekke'de kalabalık bir Müslüman kitlesine VEDA HUTBESİNİ söyledi. 632 yılında Medine'de vefat etti. Hz.Muhammed vefat ettiği yere gömüldü. Medine şehrindeki peygamberimizin bu mezarına "Ravza-i Mutahhare" denir.
11 Ocak 2012 Çarşamba
ALLAH'IN SÖZLERİ * HADİSİ KUTSİLER
Kudsi Hadis Nedir?
Manâsı Allah'a, ifadesi Hazreti Peygambere aid olan hadis.
Hazreti Peygamber'in Allah Teâlâ'dan rivayetle ifade buyurduğu hadislere "Kudsi Hadis" denir. Hz. Peygamber'in istediği ibare ile ifade etmek üzere bazen Cibril (a.s) vasıtasıyla ve bazen de vahiy, ilham ve rüya suretiyle Allah Teâlâ'dan rivâyet ettiği hadistir. "Kudsi hadislerin, bir taraftan ilk kaynak olarak Allah Teâlâ'ya izafe edilmesi, diğer taraftan Hz. Peygamber'in hadisleri arasında ve hadis lafzıyla zikredilmesi, bunların bazı yönlerinden Hz. Peygamber'in hadislerine benzerliğini ortaya koymaktadır. Zira Kur'ân-ı Kerim Allah kelâmı olup Hz. Peygambere vahyolunmuştur; kudsî hadislerin de ilk kaynağı Allah Teâlâ olduğuna ve Hz. Peygamber tarafından ondan rivayet edildiğine göre, bunlar da vahiydir. Binaenaleyh, vahiy olmak bakımından Kur'ân-ı Kerim'le hadis-i kudsî arasında herhangi bir fark mevcut değildir. Bununla beraber Kudsî hadisler Kur'an'dan sayılmazlar; "her ikisinin de kendilerine has özellikleri vardır ve bu özellikler ikisinin aynı şey olmalarına engel teşkil ederler" Talat Koçyiğit, Hadis Istılahlarla Ankara 1980, s. 123-124).
Kudsî hadislerle Kur'an-ı Kerîm arasındaki fark konusunda İslâm âlimleri iki görüş beyan etmişlerdir:
A- Kudsî hadislerin manâsı ve sözleri Allah'tandır.
1. Bu hadisler Allah'a nisbet edilmiş ve "Kudsî", "ilâhî" ve "Rabbani" diye tavsif edilmiştir.
2. "Ey kullarım" gibi Allah'ı ifade eden birinci şahıs zamirleri kullanılmıştır.
3. Kudsî hadislerin ilk kaynağı Allah Teâlâ'dır, hitap O'nundur, Hz. Peygamber râvî durumundadır. Nitekim bu tür hadislerin başında genellikle şu ibareler görülür: "Rasûlüllah Rabbinden rivâyet ettiği hadiste şöyle buyurdu..." veya "Rasûlüllah'ın rivayet ettiği hadiste Allah Teâlâ şöyle buyurdu... "
Bununla beraber Kur'an-ı Kerîm'in özelliklerine sahip değillerdir. Zira; manâ ve lafız yönünden Kur'an-ı Kerîm'deki i'caz kudsî hadislerde yoktur. Kur'an tevâtür yoluyla, kudsî hadisler âhâd yolla nakledilmişlerdir. Kur'an âyetlerinin manâ ile rivayeti câiz değildir. Kur'an âyetleri namazda okunur, cünüp iken okunmaz ve abdestsiz dokunulmaz. Kudsî hadisler böyle değildir (bk. Muhammed Accâc el-Hatîb, es-Sünnetu Kable't-Tedvîn, Kâhire 1383/1963, s.22).
B- Âlimlerin çoğuna göre kudsî hadislerin manâsı Allah'a, lafzı Hz. Peygambere aittir. Allah'ın, vahiy, ilham ve rüyâ yoluyla kendisine bildirdiği ilâhî mesajları manâlarına uygun ifadelerle nakletmiştir.
Kudsî hadisler, Allah'ın kudret ve azametinden, rahmetinin genişliğinden, ihsanının bolluğundan söz ederler. Helâl, haram şeklinde ahkâma taalluk etmezler. Bu hadisler yüz adedi bulur. Bazı âlimler kudsî hadisleri ayrı eserlerde toplamışlardır. Bunlardan Abdurraûf el-Münâvî (1031/1622) "el-İthâfâtü's-Seniyye bi'l-Ehâdîsi'l Kudsiyye" isimli eserinde alfabetik sırayla tasnif etmiştir (Kettânî, er-Risâletü'l-Müstatrafe, İstanbul 1986, s.81).
Bazı kudsî hadisler: Ebû Hureyre Rasûlüllah'ın (s.a.s) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Allah Teâlâ buyurdu ki; Adem oğlunun her ameli kendisi içindir, ancak oruç" böyle değildir. Çünkü o, sırf benim rızam için yapılan bir ibadettir. Onun mükâfatını bizzat ben vereceğim" (Müslim, Sıyâm, 161,163). Yine Ebû Hureyre'nin Rasûl-ü Ekrem'den rivayetine göre, Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Kulum bir iyilik yapmaya azmeder takat bir engelden dolayı onu yapamazsa, onun için bir hasene sevabı yazarım. Azmettiği iyiliği yaparsa on haseneden yediyüz misline kadar sevap yazarım. Bir kötülük yapmaya teşebbüs eder de vazgeçerse, ona hiçbir günah yazmam. Eğer niyetlendiği kötü işi yaparsa yalnız bu günah yazarım." (Müslim, İmân, 204). "Sâlih kullarım için Cennet'te, hiçbir gözün görmediği hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir insanın düşünemediği birtakım nimetler hazırladım" (Müslim, Kitâbü'l Cenne, 2,3,4).
Nuri TOPALOĞLU
* Yüce Allah buyuruyor ki: “Ben gizli bir hazine idim, bilinmekliğimi murad ettim. İnsanları ve cinleri bizi tanısınlar bizi ansınlar ve bize ibadet etsinler diye yarattım."
(Ruhul Arifin S.97)
* Hz.Allah buyuruyor ki: "İhlas benim sırrımdan bir sırdır ki, kullarımdan sevdiklerimin kalbine vedia olarak bırakırım." İrşadül Gafilin sahife, 74
(Ruhul Arifin S.97)
* Hz.Allah buyuruyor ki: "İhlas benim sırrımdan bir sırdır ki, kullarımdan sevdiklerimin kalbine vedia olarak bırakırım." İrşadül Gafilin sahife, 74
* Kulum beni zikrettiği ve dudakları benim zikrimle kıpırdadığı müddetçe ben o kulumla beraberim.
* Ey ademoglu, beni ıssız yerlerde zikretki bende seni melekler icinde zikredeyim.
* Ey ademoğlu ben kulumun zannına göreyim,beni zikrettiği vakit ben seninle beraberim.Ben onu yanlız zikrederim.
İslamda “Dört Kadınla Evlilik” Konusunda Bilinmesi Gerekenler
"“Bu hüküm geldiğinde gerek dünyada, gerekse Arap yarımadasında poligami evliliği yaygındı. Yani gerek erkekler, gerekse kadınlar çok sayıda kişi ile evlilik yapabiliyorlardı. Bu konuda sınır yoktu. Bir erkeğin sekiz on karısı olabildiği gibi, bir kadın da sekiz on erkekle evli olabiliyordu.” [1]"
“Çok eşlilik, İslam öncesi toplumlarda ve diğer dinlerde de yaygın olan ve sayısal sınırı da olmayan bir uygulama iken Kur’an öncelikle bir sınırlama getirmiştir.” [2]
"Her yerde olduğu gibi Arabistan yarımadasında da cahiliye adetleri hüküm sürüyordu. İslamiyet bunlardan bazılarını (kız çocuklarının diri diri toprağa gömülmesi gibi) tamamen kaldırıyor, bazılarını değiştirerek düzene koyuyordu.
Bunlardan birisi de cahiliye dönemindeki sınırsız eşle evlenme meselesidir. İslamiyet gelmeden önce hem erkeklerin hem de kadınların sayı önemi olmaksızın istedikleri kadar eşle evlenebilmeleri normal karşılanıyordu. Buna göre birden fazla evliliği Kur'an tesis etmedi. Sadece daha önce sınırsız olan adedi sınırlandırdı."
"Dikkat edilmesi gereken bir diğer mesele ise: İslam’ın birbirine karışmış olan nesilleri düzene koymak için kadınları çok eşlilikten alıkoymuş olmasıdır. Nesillerin karışmaması için bir çocuğun anne ve babasının belli olması gerekiyor.
Bir kadın birden fazla erkekle evlenirse, doğan çocuğun babasının kim olduğu belli olamaz. Hamilelik annelere mahsus olduğu için bir çocuğun annesinin karışması gibi bir durum söz konusu değildir.
Fakat birden çok erkek olursa hangisinin gerçek baba olduğu bilinemez. (dna testi olmayan asırlardan bahsediyoruz) Ebeveynlerin ikisinin de kesin olarak bilinmediği toplumlarda nesiller karman çorman olmuştur. Çocukların babasının belli olmadığı bir toplumun ne kadar abes olduğunu düşünün. Bir çocuğun annesini bilip babasının kim olduğunu bilemediğini (hatta kardeşiyle aynı babadan mı değil mi? bilinmediğini) düşünün. Böyle bir toplumda nesillerin korunmasından söz edilebilir mi? Aile kavramından söz edilebilir mi??"
"Erkeklerin eş sayısını sınırlayan “Âyetin nuzulünden sonra Resulullah'ın emriyle 4'den fazla hanımı olanlar, fazlalarını boşadılar.”
[3] Şayet İslam sınırı dört değil de bir olarak belirleseydi. Yani erkeklere dörtten fazla olan eşlerini boşamaları yerine, birden fazla olan eşlerinin hepsini boşamaları emredilseydi. O zamanne kadar fazla kadının birden ortada kalacağını düşünün. Sosyal bir dengesizlik oluşacaktı. Ayrıca yerine getirilmesi mümkün olmayan bir emir söz konusu olsaydı birçok toplum çok kısa bir sürede İslamiyet’i kabul ederler miydi?"
[3] Şayet İslam sınırı dört değil de bir olarak belirleseydi. Yani erkeklere dörtten fazla olan eşlerini boşamaları yerine, birden fazla olan eşlerinin hepsini boşamaları emredilseydi. O zamanne kadar fazla kadının birden ortada kalacağını düşünün. Sosyal bir dengesizlik oluşacaktı. Ayrıca yerine getirilmesi mümkün olmayan bir emir söz konusu olsaydı birçok toplum çok kısa bir sürede İslamiyet’i kabul ederler miydi?"
"Kur’an-ı Kerim’in geldiği tarihten itibaren bütün dönemleri kapsadığını unutmayalım. Günümüzde Türkiye’de kadın ile erkek sayısı birbirine çok yakındır. (erkekler kadınlardan birazcık daha fazla) [4] Fakat Peygamber efendimiz döneminde kadın sayısı erkeklerden çok daha fazladır. [5]"
"Hak bir dinde fıtrata ayrı ve abes bir iş olmaz. İslamiyet’in nasıl bir ortamda doğduğunu ve o dönemdeki şartları iyi analiz edersek çok daha sağlıklı olur. Kadınların sayısal olarak çok fazla olduğu ve çok eşliliğin normal karşılandığı bir dönemden bahsediyoruz. “Çokeşlilik, toplumun alışkanlıkları ve yaşanmışlıklarının bir sonucu olarak İslamiyet’le ilişkilendirilmiştir.
” [6] Ayrıca Kur’an-ı Kerim bütün insanlığa geldiği için, çok eşliliğe alışkın toplumlardan tutun, tek eşliliğin daha çok görüldüğü toplumlara kadar bütün insanlığı kapsayıcıdır. Geldiği tarihten itibaren kıyamete kadar olan süreçteki yaşamış ve yaşayacak olan bütün toplumlarla da alakadardır."
"İslam çok evliliği ne emretmiş ne de tavsiye etmiştir. Sadece bazı zaruri hallerde müsaade etmiştir. Mesela savaş sonrası
erkeklerin azalması sebebiyle bu konuya dair tarihte pek çok örnek yaşanmıştır."
"“(Almanya’nın İkinci Dünya Savaşı sonundaki durumunda olduğu gibi şayet bir topluma bir erkeğe karşı üç kadın bulunsa, problemin halledilmesi için üç durum söz konusu olur:
1- Her erkek bir kadınla evlenecek ve her üç kadından ikisi aile hayatını, çocuk sevgisini, annelik şefkatini tadamayacaktır.
2- Her erkek bir kadınla evlenecek ve diğer kadınlarla gayr-ı meşru
1- Her erkek bir kadınla evlenecek ve her üç kadından ikisi aile hayatını, çocuk sevgisini, annelik şefkatini tadamayacaktır.
2- Her erkek bir kadınla evlenecek ve diğer kadınlarla gayr-ı meşru
münasebetler kuracak; kadın bu durumda yine aile hayatını, annelik şefkatini ve çocuk sevgisini tadamayacaktır.
3- Bir erkek birkaç kadınla evlenecek, meşru daire dâhilinde aralarında adalet prensiplerine riayet ederek haysiyet ve şereflerini koruyacak, vicdani rahatsızlıktan kurtaracaktır)” [7] Tarihte çokça yaşanan bu gibi özel hallede insanlar hem olumsuz şartlardan etkilenmemek, hem de gayr-i meşru birlikteliklerin önüne geçmek için (Almanlar gibi) üçüncü şıkkı kabul etmişlerdir."
"Âyet-i kerimede Allah (cc) eşlerin birden fazla olması halinde kadınların her hususta haklarının gözetilmesini emrederken bu konuda kendisine güvenemeyen ve adaletsizlik yapmaktan korkanlar için tek eşin en uygun olacağını söylemiştir."
"“Eğer, (himayenizde bulunan) yetim kızlar (ile evlenip onlar) hakkında adaletsizlik etmekten korkarsanız, (onları değil), size helâl olan (başka) kadınlardan ikişer, üçer, dörder olmak üzere nikahlayın. Eğer (o kadınlar arasında da) adaletli davranmayacağınızdan korkarsanız o taktirde bir tane alın. Veya sahip olduğunuz (cariyeler) ile yetinin.
Bu, adaletten ayrılmamanız için en uygunudur.” [8]"
"Araplarda içinde olmak üzere birçok cahiliye toplumlarında çok eşliliğin ve cariyelerin geçmişteki alışkanlıkların bir neticesi olarak normal karşılandığını söylemiştik. Böyle bir dönemde anne babası olmayan yetim kızlar bazı aileler tarafından sahipleniliyordu.
Yukarıdaki âyette Cenab-ı Hak diyor ki: o himayenizde bulunan yetim kızları nikahlayıp adaletsiz olabilecekseniz (demek ki nikahlıyıp adaletsizlik yapabiliyorlardı ki bu âyet indi) o zaman yetim kızları değil de size helal olan kadınlardan (olgun, hür kadın) iki üç dört tane nikahlayabilirsiniz."
"Fakat Allah (cc) gene aynı âyetinde buyuruyor ki: Adaletli olamayacağınızı düşünüyorsanız bir
tanesini nikahlamanız adaletten ayrılmamanız açısından en uygunudur."
"Adaletin sağlanmasıyla anlatılmak istenen: Eşler arasında barındırma, yedirme, içirme, giydirme, kocalık vazifesi ve sevgide gösterilen eşitliktir. Yalnız şu var ki, insanın sevgi hususunda tam bir eşitlik gösterebilmesi aşırı derece zordur.
Erkek maddi olanaklar açısından büyük bir dikkat gösterse bile sevgi konusunda tam adaletli olmak herkesin yapabileceği bir şey değildir. Her kadının farklı fiziksel ve ruhsal özellikleri olduğundan bunlara karşı tam bir adaletle muamele edebilmek için erkeğin olağan üstü ince düşünme yeteneğine sahip olması gerekir. Eşitlik konusunda her ne kadar çaba harcanırsa
harcansın bunu başarmanın imkansıza yakın olduğunu Cenab-ı Hak bir başka âyetinde şöyle belirtiyor:"
"“Ne kadar uğraşırsanız uğraşın, kadınlar arasında adaleti yerine getiremezsiniz. Öyle ise (birine) büsbütün gönül verip ötekini (kocası hem var, hem yok) askıda kalmış kadın gibi bırakmayın. Eğer arayı düzeltir ve Allah'a karşı gelmekten sakınırsanız, şüphesiz Allah çok bağışlayıcı ve çok merhamet edicidir.”[9]" (NİSA SURESİ 129)
"“Cenab-ı Hak bir ayette adaleti emrederken, diğer ayette de insanların hanımları arasında adaleti gerçek manada
gerçekleştiremeyeceklerini açıklaması, birden fazla kadınla zaruret olmaksızın evlenmemeye işaret içindir.”[10]"
"“İnsan fıtratı açısından da, hayatın seyri açısından da İslamiyet’te de normal olan tekeşliliktir.
Çokeşlilik tarihte değişik kültürlerde gözlemlenen özel bir durumdur. İslam’da çok olağanüstü durumlarda çokeşlilik cevaz verilmiştir.”[11]"
"“Kur’an bir taneden dörde çıkarmamış, belki sekiz-dokuzdan dörde indirmiştir. Bâhusus birden fazla olmada öyle şartlar
koymuştur ki, ona müraat etmekle hiçbir mazarrata müeddî olmaz.” [12]"
"Çok eşliliği bir yaşam biçimi haline getirmiş cahiliye toplumlarında İslamiyet’in ilk önce eş sayısını dörtle sınırlayarak, dörtten fazla eşi olanlara boşanmalarını emretmesi.. daha sonra bu dört eş arasındaki adaletin tam bir eşitlikle sağlaması için şartlar getirmesi.. akabinden tek eşin en uygunu olduğunu belirtmesi.. ve en son olarakta kadınlar arası adaleti sağlamanın neredeyse imkansız olduğunu anlatan “Nisa Sûresi 129. âyetinin Peygamber efendimizin vefatından sadece 3 sene önce gelmiş olması”[13] Kur’an-ı Kerim’in, çok eşliliğin azalması konusunda adeta bir geçiş dönemi rolü üstlendiğini açıkça gösteriyor.
Dikkatli bir analiz yapıldığında bu hükümler sayesinde İslam öncesi cahiliye toplumlarından günümüze kadar ki yaşanan
süreçte çok eşliliğin kademeli olarak azaldığı görülmektedir."
"Peygamber Efendimiz (sav) döneminden bir nakil yapacak olursak: Peygamberimizin kızı Hz. Fatıma, kocası Hz. Ali'nin şayet ikinci bir kadını eş olarak isterse buna karşı çıkacağını söylemiştir. Bu olay başlı başına kadının rızasının ne kadar önemli olduğu konusunda önemi bir delildir.
Çünkü “ Efendimizin terbiyesinde büyüyen Hz. Fatıma'nın kocasının, olur da ikinci bir
Çünkü “ Efendimizin terbiyesinde büyüyen Hz. Fatıma'nın kocasının, olur da ikinci bir
evlilik yapma olasılığına karşı çıkıyor olması”[14] (kadın sayısının çok fazla olduğu, 14 asır önce dâhi) ilk hanımının rızasını almadaki önemi gösteren büyük bir delildir."
"Peygamberimiz döneminde kadınlar o kadar fazlaydı ki, oransal olarak bir erkeğe bir sürü kadın düşüyordu.
Çok evliliğin normal ve yaygın olduğu bir dönemde evet, Efendimizde (sav) birden fazla kadınla evlenmiştir.
Ama bütün sahabelerin Peygamberimizi örnek aldıklarını, hatta en küçük ve basit görünen şeylerde dahi büyük bir dikkatle taklit ettiklerini düşündüğümüzde: şayet bir kadınla evlenseydi, bütün sahabeler mevcut eşlerini boşayacak (teki hariç) ve bir sürü kadın ortada kalacaktı.
Belki hayatının sonuna kadar evlenemeyeceğini düşünen eski cahiliye döneminin cehaletiyle nefsine yenik düşenler olabilecekti. Şayet bu sorunun önüne geçmek için Hazreti Peygamber sahabelere 4’e kadar olan eşleriyle yaşamalarını söylerken kendisi tek eş ile evlenseydi bu seferde sahabelerin eşleri Efendimizin tek eşli evlilik hayatını kıskanarak diğer kadınlarla ve eşleriyle huzursuzluk yaşayacaklardı.
Kısacası Hazreti Peygamberin yaşantısında en ufak bir mesele yoktur ki, içinde muhakkak bir hayır olmasın. Efendimiz (sav) kendini insanlardan
Kısacası Hazreti Peygamberin yaşantısında en ufak bir mesele yoktur ki, içinde muhakkak bir hayır olmasın. Efendimiz (sav) kendini insanlardan
soyutlamamış, herkes nasıl yaşıyorsa o da öyle yaşamıştır. Sahabelerin ailevi yaşantılarında çıkan anlaşmazlıklarda ise, gerek örnek yaşantısıyla gerekse hak ve adaletten ayrılmadan verdiği hükümlerle öylesine zor bir asırda dahi huzuru temin etmeyi başarmıştır"
"Evet bu konuların hiçbirini bilmeyen, araştırma gereği de duymadan dinimize saldıranların hayatlarına bir bakın. Flört ve metres gibi nikahsız beraberlikleri ""Birbirini sevenler için nikâh kadar güzel bir şey görülmemiştir” [15] hadisine muhalif olarak meşru ve doğal bir durummuş gibi savunuyorlar.
Kısa zamanda bir sürü sevgili değiştirmek, hele ki onlardan birinde küçük bir anlaşmazlık çıktığında kıskandırmak için karşı cinsten başkalarına yakınlaşmak hangi ahlakla açıklanabilir?
Kızların yabancı erkeklere karşı (neredeyse kocası gibi) aşırı derece samimi olmalarını, erkeklerinde aynı şekilde (güya) arkadaş olarak (sayısı alabildiğine) kızlarla (evli gibi) gezip tozmalarını normal karşılayacak kadar geniş yaşayanlar, dünya tarihinde çok eşliliğin azalmasını sağlamış hak bir dine laf atacaklarına dönüp te kendi mide bulandırıcı hayatlarına baksınlar!..
Kısa zamanda bir sürü sevgili değiştirmek, hele ki onlardan birinde küçük bir anlaşmazlık çıktığında kıskandırmak için karşı cinsten başkalarına yakınlaşmak hangi ahlakla açıklanabilir?
Kızların yabancı erkeklere karşı (neredeyse kocası gibi) aşırı derece samimi olmalarını, erkeklerinde aynı şekilde (güya) arkadaş olarak (sayısı alabildiğine) kızlarla (evli gibi) gezip tozmalarını normal karşılayacak kadar geniş yaşayanlar, dünya tarihinde çok eşliliğin azalmasını sağlamış hak bir dine laf atacaklarına dönüp te kendi mide bulandırıcı hayatlarına baksınlar!..
Unutmayalım: “Bir mü'min herhangi bir günahı işlemeye devam ederse şüphe yok ki o günaha alışacaktır, zamanla yaptığı şeyin günah olduğunu dahi aklına getirmemeye başlayacak, çok tehlikeli olmasına rağmen normal görmeye başlayacaktır.”
[16] Adını “sevgi” koydukları şeyin, ((gayr-ı meşru dairede olduğu için)) cinsel hevesattan başka bir şey olmadığını anladıklarında ise “Yerinde sarf olunmayan bir muhabbet-i gayr-ı meşruanın cezası, merhametsiz bir musibettir.” [17] kaidesiyle yaşadıkları o günahlı günlerin bir vebalini ahrete kalmadan da çekiyorlar."
[16] Adını “sevgi” koydukları şeyin, ((gayr-ı meşru dairede olduğu için)) cinsel hevesattan başka bir şey olmadığını anladıklarında ise “Yerinde sarf olunmayan bir muhabbet-i gayr-ı meşruanın cezası, merhametsiz bir musibettir.” [17] kaidesiyle yaşadıkları o günahlı günlerin bir vebalini ahrete kalmadan da çekiyorlar."
"Şimdi de (üzülerek) işin istismar boyutuna girelim. Maalesef doğudaki (bazı) toprak ağaları çok eşlilik konusunu kötüye kullanıyor.
Peygamberimiz (sav) “Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim. Sizin kadınlar üzerinde hakkınız, kadınların da sizin üzerinizde hakkı vardır.” [18] dediği halde kadınların haklarına zerre kadar dikkat etmeden (sözde) müslüman kimlikleriyle yaptıkları evlilikler ve boşamalar İslam'ı her fırsatta eleştirenlerinde işine geliyor."
"Dinimizce nikahı duyurmak – ilan etmek meşruiyeti açısından fevkalade önemlidir. Eskiden resmi görevli nikah memurları olmadığı için (hem de geleneksel olarak) nikahı asırlar boyu imamlar kıyıyorlardı.
Önemli olan dini ya da resmi olması değil, herkese duyurulmuş olmasıdır. Bir başka deyişle resmi nikah kıyıldığında zaten (konu şahitler huzurunda evliliğin gerçekleşmesi olduğundan) imam nikahı yerine de geçer. Fakat gizli kapaklı yapılan bir imam nikahı (ilân edilmediğinden) resmi ve makbul olmaz. Kişi istediği kadar kendisini kandırsın, herkesten saklanan bir nikah Allah katında kabul olmaz.
Önemli olan dini ya da resmi olması değil, herkese duyurulmuş olmasıdır. Bir başka deyişle resmi nikah kıyıldığında zaten (konu şahitler huzurunda evliliğin gerçekleşmesi olduğundan) imam nikahı yerine de geçer. Fakat gizli kapaklı yapılan bir imam nikahı (ilân edilmediğinden) resmi ve makbul olmaz. Kişi istediği kadar kendisini kandırsın, herkesten saklanan bir nikah Allah katında kabul olmaz.
Hem nefis ve hevesine tabi olup (varsa eşinden, çocuklarından utanmadan) böyle bir birlikteliğe soyunan erkeğin yaptığı beraberlik ciddi günahlara gebedir."
“Çokeşlilik konusu istismar ediliyor. İnsanlar imam nikâhı adı altında gayrimeşru yaşıyor. İslam'da gizli nikâh olmaz, tek evliliğe izin verilir. Çok önemli bir toplumsal olayda, erkekler ölüyorsa, kadınlar çocuklarıyla dul kalıyorsa ikinci evlilik gerçekleşebilir.” [19]
"Sadece evlilik konusunda da değil mesela bu tür hataların çokça yapıldığı yerlerde:
Zinayı kadın yapınca ""namussuzluk"" oluyor. Erkek yapınca ""o erkektir yapar"" deniliyor.. yada olay örtbas ediliyor.
Aynı şekilde, erkek arkadaşıyla uygunsuz yakalanan kızın gördüğü gerek fiziksel gerek psikolojik muamele ile, erkeğin gördüğü (pardon görmediği!) muamele arasında çok derin uçurum var.. Herkes bilir zina büyük günahlardandır.
Hatta en büyük yedi kebâirden birisidir. Ama bir bakın, işin günah boyutunda ve “kişinin ebedi hayatına vereceği zararda” Allahu Teala kadın erkek ayrımı yapıyor mu!?..
Allah (cc) Nisâ Sûresi'nin 16. âyetinde şöyle buyuruyor: (Sizlerden fuhuş (zina) yapanların her ikisini de incitip kınayın. Eğer onlar tövbe edip ıslah olurlarsa onları incitip kınamaktan vazgeçin.
Çünkü Allah tövbeleri çok kabul edendir, çok merhamet edendir.) Âyetteki incitip kınamak kişinin tevbe etmemesine ve ıslah olmaması (yaptığı yanlışı normal görüp, inatla savunması gibi) şartına bağlanmış. Zaten âyetin sonunda yazanda gayet açık olduğu halde bazı toplumlarda kadın ile erkek arasında büyük adaletsizlik yapılıyor."
Allah (cc) Nisâ Sûresi'nin 16. âyetinde şöyle buyuruyor: (Sizlerden fuhuş (zina) yapanların her ikisini de incitip kınayın. Eğer onlar tövbe edip ıslah olurlarsa onları incitip kınamaktan vazgeçin.
Çünkü Allah tövbeleri çok kabul edendir, çok merhamet edendir.) Âyetteki incitip kınamak kişinin tevbe etmemesine ve ıslah olmaması (yaptığı yanlışı normal görüp, inatla savunması gibi) şartına bağlanmış. Zaten âyetin sonunda yazanda gayet açık olduğu halde bazı toplumlarda kadın ile erkek arasında büyük adaletsizlik yapılıyor."
"Bu adaletsizliklerin sebebi babadan gördüğü her şeyi İslam’da var zanneden, kaynaksız ve tamamen yanlış bir din algısı. Artık cahillik mi dersiniz, işine geldiği gibi yorumlama mı dersiniz ne derseniz deyin..
Böyle yanlışlar maalesef ülkemizde ve bazı İslam ülkelerinde yapılıyor. Kişisel yanlışlıkları
ve hatalı uygulamaları İslam dinine mal etmeye hiç kimsenin hakkı yoktur, olamaz."
"Sonuç olarak İslami meselelerde bilmeden, araştırmadan eleştirmek insanın îmanına ve âhretine ciddi şekilde zarar verir. Bir mesele hakkında değerlendirme yaparken, dar bir çerçeveden bakarak peşin peşin karşı çıkmak basit insanlara mahsustur.
Gerçekten öğrenmek isteyen, işin hakikatini merak edenler o konu ile alakalı bütün her şeyi değerlendirip analizini geniş daireden yapar. Allah akıl vermiş, boşuna vermemiş. Araştır, öğren cahiliye döneminin cehaletinden çık artık diye vermiş…"“Sizin en hayırlılarınız, hanımlarına karşı en iyi davrananlarınızdır.” [20]
KAYNAKLAR:
1-) Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmeni Fazıl Üçer
2-) Sözcü Gazetesi Yazarı Ayşe Sucu 30.05.2011 Tarihli Köşe Yazısı
3-) Elmalılı Hamdi Yazır “Hak Dini Kur’an Dili” tefsiri
4-) Türkiye İstatistik Kurumu 2011 Verileri
5-) İslam Tarihi, Asım Köksal
6-) Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanı Prof. Dr. Saim Yeprem
7-) www.ilmedavet.com
8-) Nisâ Sûresi 3
9-) Nisâ Sûresi 129
10-) Mehmed Paksu, Çağın Getirdiği Sorular
11-) Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Prof. Dr. İlyas Çelebi
12-) Bediüzzaman Said Nursi, Münazarat
13-) Diyanetin Bastığı İslam Tarihi Ansiklopedisi
14-) www.sorularlaislamiyet.com
15-) Hadis-i Şerif Abbas Radıyallahu Anh.’dan Rivayet
16-) http://www.facebook.com/IslamdaTesettur
17-) Risale-i Nur Külliyatı, Sözler
18-) Peygamberimizin Veda Hutbesi
19-) İlahiyatçı Yazar İsmail Nacar
20-) Hadis-i Şerif (Tirmizî, Radâ', 11; Ebû Dâvûd, Edeb, 66.)
10 Ocak 2012 Salı
Ölülere ve hastalara Yasin ve Fatiha okunması...
Kabir ile alakalı araştırma yapaken, yukarıdaki yazıyı gördüm ve tabi, kafamda ki soru işaretleri için araştırmaya başladım aşağıdaki bilgileri buldum ve sizinle de paylaşmak istedim kardeşlerim.
Sual: Ölülere ve hastalara, Yasin ve Fatiha okunuyor. Bu surelerin tercümelerinde şifadan bahsetmiyor. Fatiha suresini okurken kendimize dua ediyoruz. Bunların şifa ile ilgisi nedir?
CEVAP
Neden bahsederse bahsetsin, Kur’an-ı kerimin her âyeti, her harfi şifadır.
Hadis-i şerifte, (İlaçların en iyisi Kur’an-ı kerimdir) buyuruldu. (İbni Mace)
Peygamber efendimiz üç türlü ilaç kullanırdı. Kur’an-ı kerim veya dua okurdu. Fen ile bulunan ilaçları kullanırdı. Her ikisini karışık kullanırdı. Bir hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Kur’an-ı kerimden şifa beklemeyen, şifaya kavuşamaz.) [Deylemi]
Kur’an-ı kerim ve dua, şartlarına uygun okunursa, elbette şifa verir. Okuyanın ve hastanın buna inanması gerekir. Haram işleyenin ve itikadı düzgün olmayanın okuması fayda vermez. Kur’an-ı kerimi ücretle okumak haramdır. (Tefsir-i Mazhari)
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Fatiha her derde devâdır.) [Beyheki]
(Fatiha suresi Allahü teâlânın gadabını önler.) [Şir’a]
(Ölülerinize Yasin okuyun!) [İ. Ahmed]
(Kabristana giren kimse, Yasin suresini okusa, o gün ölülerin azapları hafifler. Ölülerin sayısı kadar o kimseye sevap verilir.) [Etfâl-ül müslimin]
(Yasin okuyanın sıkıntısı gider.) [Deylemi]
(Cuma gecesi Yasin suresini okuyanın günahları affedilir.) [İsfehani]
(Geceleyin Yasin okuyan kimse, affedilmiş olarak sabaha çıkar.) [Buhari]
(Allah rızası için Yasin okuyanın günahları affolur.) [İbni Sünni]
(Her gece, Yasin okumaya devam eden kimse, şehid olarak ölür.) [Taberani]
(Her şeyin bir kalbi vardır. Kur’anın kalbi de Yasindir.) [Tirmizi]
(Bir defa Yasin okuyan, on defa Kur’an-ı kerimi okumuş sevabına kavuşur.) [Tirmizi]
Yasin suresinde, kıyamette olan şeyler, dünyanın geçici olduğu, Cennet nimetleri ve Cehennem azapları da bildirilmektedir. Anlayan hasta, yanında okununca, iman ile gitmeye sebep olan şeyleri işitmiş olur. İmam-ı Gazali buyuruyor ki:
(İmam-ı Ahmed bin Hanbel hazretleri, Cenab-ı Hakkın, (Anlayarak da anlamayarak da Kur’an-ı kerim okuyan, benim rızama kavuşur) buyurduğunu bildirmektedir.) [İhya]
Ölüler için de Yasin-i şerif okunması emredilmiştir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Yanında Yasin-i şerif okunan hasta, suya doymuş olarak vefât eder, doymuş olarak kabre girer) (Müslüman bir hasta yanında Yasin okunursa, Rıdvân ismindeki melek Cennet şerbeti getirir. O kimse, suya doymuş olarak ruhunu teslim eder. Doymuş olarak da kabre girer, suya ihtiyacı olmaz.) [S.Ebediyye]
Dualar ve şifalar
Hastalığın durumuna göre tedavi, ilaç ile, sadaka vermekle ve dua ile yapılır. Şifayı veren yalnız Allahü teâlâdır. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruldu ki:
(İbrahim,"hastalığıma ancak O şifa verir" dedi.) [Şuara 80]
(Kur'an-ı kerim, müminler için şifa ve rahmettir.) [İsra 82]
Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:
(Asıl deva Kur'andır.) [İbni Nasr]
(Fatiha ile Âyet-el kürsiyi okuyana, o gün nazar değmez.)
(La ilahe illa ente sübhaneke, inni küntü minez-zalimin’i okuyan, dert ve beladan kurtulur.) [Hakim] (40 defa okuma iyi olur)
1- Yedi defa Fatiha okuyup, ağrı olan yere üflenirse, şifa hasıl olur. (T. Azizi)
2- Her gün sabah-akşam 24 defa Estağfirullah, sonra (Estağfirullahelazim ellezi la ilahe illa hüvel hayyel kayyume ve etubü ileyh) denir, sonra 11 ihlas, 7 Fatiha ve 33 defa Allahümme salli ve sellim alâ seyyidina Muhammedin ve alâ âli seyyidina Muhammed okunur, sevabı Peygamber efendimizin, Eshab-ı kiram ve Evliyanın ruhları ile Silsile-i aliyye denilen büyük âlimlerin isimlerini söyleyip, ruhlarına hediye edilir. Bu büyükler hürmetine şifa vermesi için Allahü teâlâya dua edilir. Bir hacete kavuşmak için, 2 rekat namaz kılınır, sevabı silsile-i aliyyeye hediye edilerek dua edilir!
3- Şu dua [İslam harfiyle yazıp] deliye okunursa, akıllanır, hastaya okunursa şifa bulur:
(Reva Aliyyül-Rıda, fe-kale, Haddeseni ebi Musel-Kazım an ebihi Caferis-Sadık an ebihi Muhammedenil-Bakır an ebihi Zeynelabidin Ali an ebihil-Hüseyn an ebihi Ali bin Ebi talib radıyallahü anhüm, kale haddeseni habibi ve kurretü ayni Resulullahi sallallahü aleyhi ve sellem, kale haddeseni Cibrilü, kale semitü Rabbülizzeti yekülü, La ilahe illallahü hısni, men kale-ha dehale hısni, ve men dehale hısni emine min azabi)
4- Ağrıyan yeri sağ el ile 7 defa mesh edip her defasında Euzü biizzetillahi ve kudretihi min şerri ma-ecidü ve ühazirü okuyanın ağrı ve sancısı kalmaz. (B.Arifin)
5- Sabah-akşam, Bekara’nın başından 4 âyet ve Âyet-el-kürsi ile sonraki iki âyet ve bu surenin sonundaki 3 âyet deliye okunursa iyi olur.
6- Yağmur suyuna, Fatiha, Âyet-el-kürsi, İhlas ve Muavvizeteyn 70er defa okunur. Bu sudan aralıksız 7 sabah içenin hastalığı, ağrısı zail olur. [Bunu 5-10 salih müslüman okursa, daha iyi olur.]
7- Şifa âyetleri suya konup içilirse hastalıklara şifa olur. Şifa âyetleri: Tevbe 14, Yunus 57, Nahl 69, İsra 82, Şuara 80, Fussilet 44]
Kaynak: islamgül
Neden bahsederse bahsetsin, Kur’an-ı kerimin her âyeti, her harfi şifadır.
Hadis-i şerifte, (İlaçların en iyisi Kur’an-ı kerimdir) buyuruldu. (İbni Mace)
Peygamber efendimiz üç türlü ilaç kullanırdı. Kur’an-ı kerim veya dua okurdu. Fen ile bulunan ilaçları kullanırdı. Her ikisini karışık kullanırdı. Bir hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Kur’an-ı kerimden şifa beklemeyen, şifaya kavuşamaz.) [Deylemi]
Kur’an-ı kerim ve dua, şartlarına uygun okunursa, elbette şifa verir. Okuyanın ve hastanın buna inanması gerekir. Haram işleyenin ve itikadı düzgün olmayanın okuması fayda vermez. Kur’an-ı kerimi ücretle okumak haramdır. (Tefsir-i Mazhari)
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Fatiha her derde devâdır.) [Beyheki]
(Fatiha suresi Allahü teâlânın gadabını önler.) [Şir’a]
(Ölülerinize Yasin okuyun!) [İ. Ahmed]
(Kabristana giren kimse, Yasin suresini okusa, o gün ölülerin azapları hafifler. Ölülerin sayısı kadar o kimseye sevap verilir.) [Etfâl-ül müslimin]
(Yasin okuyanın sıkıntısı gider.) [Deylemi]
(Cuma gecesi Yasin suresini okuyanın günahları affedilir.) [İsfehani]
(Geceleyin Yasin okuyan kimse, affedilmiş olarak sabaha çıkar.) [Buhari]
(Allah rızası için Yasin okuyanın günahları affolur.) [İbni Sünni]
(Her gece, Yasin okumaya devam eden kimse, şehid olarak ölür.) [Taberani]
(Her şeyin bir kalbi vardır. Kur’anın kalbi de Yasindir.) [Tirmizi]
(Bir defa Yasin okuyan, on defa Kur’an-ı kerimi okumuş sevabına kavuşur.) [Tirmizi]
Yasin suresinde, kıyamette olan şeyler, dünyanın geçici olduğu, Cennet nimetleri ve Cehennem azapları da bildirilmektedir. Anlayan hasta, yanında okununca, iman ile gitmeye sebep olan şeyleri işitmiş olur. İmam-ı Gazali buyuruyor ki:
(İmam-ı Ahmed bin Hanbel hazretleri, Cenab-ı Hakkın, (Anlayarak da anlamayarak da Kur’an-ı kerim okuyan, benim rızama kavuşur) buyurduğunu bildirmektedir.) [İhya]
Ölüler için de Yasin-i şerif okunması emredilmiştir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Yanında Yasin-i şerif okunan hasta, suya doymuş olarak vefât eder, doymuş olarak kabre girer) (Müslüman bir hasta yanında Yasin okunursa, Rıdvân ismindeki melek Cennet şerbeti getirir. O kimse, suya doymuş olarak ruhunu teslim eder. Doymuş olarak da kabre girer, suya ihtiyacı olmaz.) [S.Ebediyye]
Dualar ve şifalar
Hastalığın durumuna göre tedavi, ilaç ile, sadaka vermekle ve dua ile yapılır. Şifayı veren yalnız Allahü teâlâdır. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruldu ki:
(İbrahim,"hastalığıma ancak O şifa verir" dedi.) [Şuara 80]
(Kur'an-ı kerim, müminler için şifa ve rahmettir.) [İsra 82]
Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:
(Asıl deva Kur'andır.) [İbni Nasr]
(Fatiha ile Âyet-el kürsiyi okuyana, o gün nazar değmez.)
(La ilahe illa ente sübhaneke, inni küntü minez-zalimin’i okuyan, dert ve beladan kurtulur.) [Hakim] (40 defa okuma iyi olur)
1- Yedi defa Fatiha okuyup, ağrı olan yere üflenirse, şifa hasıl olur. (T. Azizi)
2- Her gün sabah-akşam 24 defa Estağfirullah, sonra (Estağfirullahelazim ellezi la ilahe illa hüvel hayyel kayyume ve etubü ileyh) denir, sonra 11 ihlas, 7 Fatiha ve 33 defa Allahümme salli ve sellim alâ seyyidina Muhammedin ve alâ âli seyyidina Muhammed okunur, sevabı Peygamber efendimizin, Eshab-ı kiram ve Evliyanın ruhları ile Silsile-i aliyye denilen büyük âlimlerin isimlerini söyleyip, ruhlarına hediye edilir. Bu büyükler hürmetine şifa vermesi için Allahü teâlâya dua edilir. Bir hacete kavuşmak için, 2 rekat namaz kılınır, sevabı silsile-i aliyyeye hediye edilerek dua edilir!
3- Şu dua [İslam harfiyle yazıp] deliye okunursa, akıllanır, hastaya okunursa şifa bulur:
(Reva Aliyyül-Rıda, fe-kale, Haddeseni ebi Musel-Kazım an ebihi Caferis-Sadık an ebihi Muhammedenil-Bakır an ebihi Zeynelabidin Ali an ebihil-Hüseyn an ebihi Ali bin Ebi talib radıyallahü anhüm, kale haddeseni habibi ve kurretü ayni Resulullahi sallallahü aleyhi ve sellem, kale haddeseni Cibrilü, kale semitü Rabbülizzeti yekülü, La ilahe illallahü hısni, men kale-ha dehale hısni, ve men dehale hısni emine min azabi)
4- Ağrıyan yeri sağ el ile 7 defa mesh edip her defasında Euzü biizzetillahi ve kudretihi min şerri ma-ecidü ve ühazirü okuyanın ağrı ve sancısı kalmaz. (B.Arifin)
5- Sabah-akşam, Bekara’nın başından 4 âyet ve Âyet-el-kürsi ile sonraki iki âyet ve bu surenin sonundaki 3 âyet deliye okunursa iyi olur.
6- Yağmur suyuna, Fatiha, Âyet-el-kürsi, İhlas ve Muavvizeteyn 70er defa okunur. Bu sudan aralıksız 7 sabah içenin hastalığı, ağrısı zail olur. [Bunu 5-10 salih müslüman okursa, daha iyi olur.]
7- Şifa âyetleri suya konup içilirse hastalıklara şifa olur. Şifa âyetleri: Tevbe 14, Yunus 57, Nahl 69, İsra 82, Şuara 80, Fussilet 44]
Kaynak: islamgül
Tahiyyat
Tahiyyât, selâm, azamet ve mülk sahibi olmada baki olma, her türlü afet ve noksanlıklardan beri olma. Tahiyyat çoğul olan bir isimdir. Tekili "Tahiyye"dir.
Tahiyyât kelimesi Kur'an'da altı âyette geçmektedir. Bu âyetlerden birinin meâli şöyledir:
"Bir selâm ile selamlandığınız zaman, siz de ondan daha güzeli ile selâmlayın yahut verilen selâmı aynen iâde edin" (Nisa, 4/86).
Burada söz konusu olan selâm, ayette tahiyyat olarak geçmektedir ve halk arasında bilinen selâm demektir.
Ayette ifâde edilen, selâmın aynısını veya daha güzelini söyleme hususunda Hz. Muhammed (s.a.s)'in bir açıklaması vardır. Bir adam ona uğrayıp: "Es-Selâmu aleyke" deyince, RasûIüllah (s.a.s) adama, " Ve aleyke'selâm ve rahmetullahi" diyerek cevap vermiştir. Az sonra başka bir adam gelip: "Es-Selamu aleyke ve rahmetullahi" dediği zaman, Hz. Peygamber (s.a.s) ona: "Ve aleykes-selâm ve rahmetulahi ve berakâtuhu" diye cevap vermiştir. Üçüncü bir adam gelerek: "Es-Selâmu aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtuhu" şeklinde selâm verdiğinde, Hz. Muhammed (s.a.s) kendisine: "Ve aleyke..." karşılığında bulunmuştur. Bunun üzerine adam: "Ya Rasûlullah! Annem, babam sana feda olsun. Benden önce iki adam selâm verdiğinde, bana verdiğin karşılıktan fazlasını onlara verdiniz" deyince, Rasûlüllah (s.a.s) ona şu cevabı vermiştir: "Sen bize söylenecek bir fazlalık bırakmadın ki!.."(Fahruddin er-Razî, Tefsiru'l-Kebîr, Mısır 1308, X, 209 vd.).
Sahih rivâyetlerden edinilen bilgilere göre, selâm verme sünneti Âdem (a.s) ile başlamıştır. Yüce Allah onu yarattıktan sonra şöyle buyurdu: Git de şu oturan bir grup meleğe selâm ver ve sana nasıl karşılık vereceklerini dinle! Çünkü bu hem senin, hem zürriyetinin birbirini sevgi ve saygı ile selamlaması olacaktır. Bu emir üzerine Âdem peygamber meleklere giderek, "Es-Selâmu aleyküm" dedi. Onlar da ona: "Ve aleykumu's-selâm ve rahmetullahi..." diye karşılık verdiler (Buharî, Enbiya, I; Müslim, Cennet, 28).
"Evlere girdiğiniz zaman, Allah tarafından mübârek ve pek güzel bir yaşama dileği olarak kendinize (birbirinize)selâm verin." (Nûr, 24/61).
Bu ayette de Yüce Allah'ın mümin kullarına tavsiye ettiği selâm, tahiyyât kelimesi ile ifâde edilmiştir. Aynı zamanda bu ayette selâmın, Allah tarafından verilen mübârek ve güzel bir şey olduğu ifâde edilmiştir. Mübârek olması, dua manasını kapsaması ve kişiler arasında muhabbetin meydana gelmesinde rol oynaması diye yorumlanmıştır. Güzelliği ise, kendisine selâm verilen sevinç duyması olarak kabul edilir (Muhammed Ali es-Sabûnî, Safvetu't-Tefâsir, İstanbul 1987, II, 350)
Tahiyyât kelimesi, Kur'an'ın diğer ayetlerinde de, aynı şekilde selâm manasında kullanılmıştır.
Namazda okunan teşehhüd'e de, tahiyyât denir. Okunuşu şöyledir: "Et-tahiyyatu lillahi ve's-salâvatu ve't-tayyibâtu es-selâmu aleyke eyyuhen-nebiyyu ve rahmetullahi ve berekâtuhu es-selâmu aleyna ve alâ ıbâdi'llahi's-salihin. Eşhedu en lâ ilâhe illallâh ve eşhedu enne Muhammeden abduhu ve resuluh".
Manası ise, şöyledir:
"Bütün dualar, senâlar, malî ve bedenî ibâdetler, mülk, azamet Allah'a mahsustur. Ey Peygamber! Selâm sana. Allah'ın rahmet ve bereketi senin üzerine olsun. Selâm ve esenlik bize ve Allah'ın salih kullarının üzerine olsun. Ben şehâdet ederim ki, Allah'tan başka bir ilâh yoktur. Muhammed O'nun kulu ve resuludür."
Ashab-ı kirâm namazda oturdukları vakit, "Esselâmu Alallâh" yani selam Allah'a, "Esselâmu ala fulân" yani filana selâm diyorlardı. Hz. Muhammed (s.a.s) bu durumu öğrenince, ashâbın bu hareketini tashih ederek, namazdaki oturuşlarında, "ettahiyyât"ı okumalarını öğretti. Çünkü selâm her tür afet, kusur ve ayıptan uzak olma manasınadır. Bu nimetlerin sahibi Yüce Allah'tır. Şu halde ashab-ı kirâm "Selâm Allah'a" demekle, Allah'ın verdiği bu ihsanı O'na iâde etmiş sayılıyorlardı (Müslim, Salat, 16).
Bu tahiyyât, Hz. Muhammed (s.a.s)'in Mirac gecesinde Yüce Allah ile yaptığı selâmlaşmasıdır. Allah ile onun arasındaki mesâfe, iki yay kadar yahut daha az kalınca (en-Necm, 53/9), Allah'a selâmlarını şöyle arzetti:
"Bütün dualar, senâlar, malî ve bedenî ibâdetler, mülk, azamet Allah'a mahsustur." Yüce Allah şöyle mukâbele etti:
"Ey Peygamber! Selâm sana. Allah'ın rahmet ve bereketi senin üzerine olsun" Hz. Muhammed (s.a.s) şöylece yeniden söz aldı:
"Selâm ve esenlik bize ve Allah'ın salih kullarının üzerine olsun." (Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi, İstanbul 1972, 1, 106),
Yukarıda yazılan tahiyyât, Hanefî Mezhebi'ne göre okunan şeklidir. Diğer mezhep âlimlerinin çoğu da, tahiyyâtın bu şeklini benimsemişlerdir. Bu, İbn Mes'ud'un Hz. Muhammed (s.a.s)'den naklettiği tahiyyâttır.
Şâfiî Mezhebi'ne göre okunan tahiyyât bundan biraz farklıdır. Onların okudukları tahiyyât, İbn Abbas tarafından nakledilmiştir. Aslında âlimler tarafından nakledilen daha farklı tahiyyât şekilleri de vardır. Bütün bu rivâyetlere dayanan tahiyyâtlar okunabilir. Hepsinin câiz olduğu hususunda âlimlerin ittifakı vardır. İhtilafları, hangisinin daha faziletli olduğu hakkındadır. (Nevevî, Müslim Şerhi, 1924, IV, 115; es-Seyyid Sabık, Fıkhu'sSünne, Beyrut, (t.y)., 139 vd).
Tahiyyât iki, üç ve dört rekat olarak kılınan bütün namazların sonunda okunduğu gibi iki rekattan fazla olan üç ve dört rekatlı namazlarda, ikinci rekatın sonunda da okunur. Son oturuşlarda tahiyyât'ı okuyacak kadar oturmak farzdır. Ancak tahiyyâtı okumak farz değildir. Son oturuşta da, ikinci rekatın sonunda da tahiyyâtı okumak vaciptir. Okunmadığı takdirde, namazı iâde etmek gerekmez. Namazın sonunda sehiv secdesi yapılır .
İmâm, imâma uyan cemâat ve yalnız başına namazı kılan kişi, tahiyyâtı okur. Tahiyyât hiç bir yerde sesli okunmaz, daima sessiz okunur. (Ahmed b. Muhammed b. İsmail et-Tahtâvî, Haşiye ala-Merâki'l-Felâh Şerhi Nur'il-İzâh, Mısır 1970, s. 202 vd.)
Tahiyyât kelimesi Kur'an'da altı âyette geçmektedir. Bu âyetlerden birinin meâli şöyledir:
"Bir selâm ile selamlandığınız zaman, siz de ondan daha güzeli ile selâmlayın yahut verilen selâmı aynen iâde edin" (Nisa, 4/86).
Burada söz konusu olan selâm, ayette tahiyyat olarak geçmektedir ve halk arasında bilinen selâm demektir.
Ayette ifâde edilen, selâmın aynısını veya daha güzelini söyleme hususunda Hz. Muhammed (s.a.s)'in bir açıklaması vardır. Bir adam ona uğrayıp: "Es-Selâmu aleyke" deyince, RasûIüllah (s.a.s) adama, " Ve aleyke'selâm ve rahmetullahi" diyerek cevap vermiştir. Az sonra başka bir adam gelip: "Es-Selamu aleyke ve rahmetullahi" dediği zaman, Hz. Peygamber (s.a.s) ona: "Ve aleykes-selâm ve rahmetulahi ve berakâtuhu" diye cevap vermiştir. Üçüncü bir adam gelerek: "Es-Selâmu aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtuhu" şeklinde selâm verdiğinde, Hz. Muhammed (s.a.s) kendisine: "Ve aleyke..." karşılığında bulunmuştur. Bunun üzerine adam: "Ya Rasûlullah! Annem, babam sana feda olsun. Benden önce iki adam selâm verdiğinde, bana verdiğin karşılıktan fazlasını onlara verdiniz" deyince, Rasûlüllah (s.a.s) ona şu cevabı vermiştir: "Sen bize söylenecek bir fazlalık bırakmadın ki!.."(Fahruddin er-Razî, Tefsiru'l-Kebîr, Mısır 1308, X, 209 vd.).
Sahih rivâyetlerden edinilen bilgilere göre, selâm verme sünneti Âdem (a.s) ile başlamıştır. Yüce Allah onu yarattıktan sonra şöyle buyurdu: Git de şu oturan bir grup meleğe selâm ver ve sana nasıl karşılık vereceklerini dinle! Çünkü bu hem senin, hem zürriyetinin birbirini sevgi ve saygı ile selamlaması olacaktır. Bu emir üzerine Âdem peygamber meleklere giderek, "Es-Selâmu aleyküm" dedi. Onlar da ona: "Ve aleykumu's-selâm ve rahmetullahi..." diye karşılık verdiler (Buharî, Enbiya, I; Müslim, Cennet, 28).
"Evlere girdiğiniz zaman, Allah tarafından mübârek ve pek güzel bir yaşama dileği olarak kendinize (birbirinize)selâm verin." (Nûr, 24/61).
Bu ayette de Yüce Allah'ın mümin kullarına tavsiye ettiği selâm, tahiyyât kelimesi ile ifâde edilmiştir. Aynı zamanda bu ayette selâmın, Allah tarafından verilen mübârek ve güzel bir şey olduğu ifâde edilmiştir. Mübârek olması, dua manasını kapsaması ve kişiler arasında muhabbetin meydana gelmesinde rol oynaması diye yorumlanmıştır. Güzelliği ise, kendisine selâm verilen sevinç duyması olarak kabul edilir (Muhammed Ali es-Sabûnî, Safvetu't-Tefâsir, İstanbul 1987, II, 350)
Tahiyyât kelimesi, Kur'an'ın diğer ayetlerinde de, aynı şekilde selâm manasında kullanılmıştır.
Namazda okunan teşehhüd'e de, tahiyyât denir. Okunuşu şöyledir: "Et-tahiyyatu lillahi ve's-salâvatu ve't-tayyibâtu es-selâmu aleyke eyyuhen-nebiyyu ve rahmetullahi ve berekâtuhu es-selâmu aleyna ve alâ ıbâdi'llahi's-salihin. Eşhedu en lâ ilâhe illallâh ve eşhedu enne Muhammeden abduhu ve resuluh".
Manası ise, şöyledir:
"Bütün dualar, senâlar, malî ve bedenî ibâdetler, mülk, azamet Allah'a mahsustur. Ey Peygamber! Selâm sana. Allah'ın rahmet ve bereketi senin üzerine olsun. Selâm ve esenlik bize ve Allah'ın salih kullarının üzerine olsun. Ben şehâdet ederim ki, Allah'tan başka bir ilâh yoktur. Muhammed O'nun kulu ve resuludür."
Ashab-ı kirâm namazda oturdukları vakit, "Esselâmu Alallâh" yani selam Allah'a, "Esselâmu ala fulân" yani filana selâm diyorlardı. Hz. Muhammed (s.a.s) bu durumu öğrenince, ashâbın bu hareketini tashih ederek, namazdaki oturuşlarında, "ettahiyyât"ı okumalarını öğretti. Çünkü selâm her tür afet, kusur ve ayıptan uzak olma manasınadır. Bu nimetlerin sahibi Yüce Allah'tır. Şu halde ashab-ı kirâm "Selâm Allah'a" demekle, Allah'ın verdiği bu ihsanı O'na iâde etmiş sayılıyorlardı (Müslim, Salat, 16).
Bu tahiyyât, Hz. Muhammed (s.a.s)'in Mirac gecesinde Yüce Allah ile yaptığı selâmlaşmasıdır. Allah ile onun arasındaki mesâfe, iki yay kadar yahut daha az kalınca (en-Necm, 53/9), Allah'a selâmlarını şöyle arzetti:
"Bütün dualar, senâlar, malî ve bedenî ibâdetler, mülk, azamet Allah'a mahsustur." Yüce Allah şöyle mukâbele etti:
"Ey Peygamber! Selâm sana. Allah'ın rahmet ve bereketi senin üzerine olsun" Hz. Muhammed (s.a.s) şöylece yeniden söz aldı:
"Selâm ve esenlik bize ve Allah'ın salih kullarının üzerine olsun." (Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi, İstanbul 1972, 1, 106),
Yukarıda yazılan tahiyyât, Hanefî Mezhebi'ne göre okunan şeklidir. Diğer mezhep âlimlerinin çoğu da, tahiyyâtın bu şeklini benimsemişlerdir. Bu, İbn Mes'ud'un Hz. Muhammed (s.a.s)'den naklettiği tahiyyâttır.
Şâfiî Mezhebi'ne göre okunan tahiyyât bundan biraz farklıdır. Onların okudukları tahiyyât, İbn Abbas tarafından nakledilmiştir. Aslında âlimler tarafından nakledilen daha farklı tahiyyât şekilleri de vardır. Bütün bu rivâyetlere dayanan tahiyyâtlar okunabilir. Hepsinin câiz olduğu hususunda âlimlerin ittifakı vardır. İhtilafları, hangisinin daha faziletli olduğu hakkındadır. (Nevevî, Müslim Şerhi, 1924, IV, 115; es-Seyyid Sabık, Fıkhu'sSünne, Beyrut, (t.y)., 139 vd).
Tahiyyât iki, üç ve dört rekat olarak kılınan bütün namazların sonunda okunduğu gibi iki rekattan fazla olan üç ve dört rekatlı namazlarda, ikinci rekatın sonunda da okunur. Son oturuşlarda tahiyyât'ı okuyacak kadar oturmak farzdır. Ancak tahiyyâtı okumak farz değildir. Son oturuşta da, ikinci rekatın sonunda da tahiyyâtı okumak vaciptir. Okunmadığı takdirde, namazı iâde etmek gerekmez. Namazın sonunda sehiv secdesi yapılır .
İmâm, imâma uyan cemâat ve yalnız başına namazı kılan kişi, tahiyyâtı okur. Tahiyyât hiç bir yerde sesli okunmaz, daima sessiz okunur. (Ahmed b. Muhammed b. İsmail et-Tahtâvî, Haşiye ala-Merâki'l-Felâh Şerhi Nur'il-İzâh, Mısır 1970, s. 202 vd.)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)